Musul operasyonu başladı ama nereye evirileceği meçhul.
Sadece Türkiye değil dünya da süreci kaygıyla izliyor. Sürecin en
dikkat çeken yanı ise, başını ABD'nin çektiği küresel güçlerin
Türkiye karşıtlığının açık açık sergilenmesi.
Daha düne kadar Türkiye "DEAŞ'a karşı savaşmıyor" ya da iç
sömürgeci güçler dahil hepsinin söylediği "DEAŞ'a destek veriyor"
yalanları unutulmuş, şimdi Türkiye'nin Musul'da DEAŞ'a karşı
pozisyon almasına karşı çıkılıyor.
Nedeni de çok açık, bu savaş, petrol ve enerji koridoru olan
küresel bir paylaşım savaşı... Dünya enerji stokunun yüzde 65'i
hâlâ bu bölgede. Bu yüzden bölge önemli ve bu zenginliği bölge
ülkelerinin değerlendirip, güç sahibi olması istenmiyor.
Bunun için de her şey yapılıyor. Tıpkı geçmişteki gibi bölgenin kan
gölüne dönmesi, yakılıp yıkılması bile umurlarında değil. Ama bir
şey artık ciddi ciddi umurlarında;
Türkiye'nin bölgesel adalet isteyen sesi.
İşte özellikle son üç yılda yaşadığımız bütün kuşatmaların,
tuzakların arka planında bu gerçek yatıyor. Irak'ı etkisiz kılan,
Suriye'yi de destek verdikleri terör örgütlerinin "vekalet
savaşları"yla kan gölüne çeviren küresel güçler, İran'a ve onunla
ilişkili PKK -PYD hattına da "Şii Hilali ve Kanton" havucu uzatarak
kirli hedeflerini gerçekleştirme hesabı içindeler.
Mezhep veya etnik çatışma riski yüksek bu küresel oyunun en önemli
aparatı da DEAŞ oldu. Bu noktada ilginç olan da şu; Türkiye'nin,
DEAŞ'a karşı ÖSO ile birlikte başarılı bir biçimde yürüttüğü
Cerablus operasyonunun hemen ardından ABD'nin harekete geçip,
bölgenin önemli merkezi Musul'u hedefe koyması. Bu, bölgede
inisiyatif "bende" demenin bir başka biçimi.