ABD ile Türkiye arasındaki siyasi kriz giderek derinleşiyor.
Johnson Mektubu ve 74 Kıbrıs çıkarması sonrası yaşananları aşan bir
durumla karşı karşıyayız.
Göz göre göre PKK-YPG desteği bir yana, ekonomiyi ve dolayısıyla
Türkiye'yi kirletmeyi hedef alan Rıza Zarrab Operasyonu önce
Halkbank'a şimdi de eski Bakan Zafer Çağlayan'a ve Halkbank Genel
Müdürü Süleyman Aslan'a kadar vardırıldı.
Buna Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın korumalarını da eklemek
gerekiyor.
ABD birçok koldan saldırıyor. Bu yeni de değil. Saldırı, 2013
başlarında ABD Hazine Bakanlığı'nda görevli David Cohen'in ve 47
Temsilciler Meclisi üyesinin Halkbank tehdidiyle başladı. Onu yine
Halkbank'ın ve Bakan Çağlayan'ın da odağında olduğu FETÖ'nün 17-25
Aralık Darbesi izledi.
Artık şu gerçeği başta CHP olmak üzere herkesin görmesi gerekiyor;
ABD Türkiye'ye dolaylı gibi yapsa da kirli bir savaş açmış durumda.
Tetikçi olarak da FETÖ'yü kullanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan boşuna "pis kokular"dan söz etmiyor:
"Bu konu gerçekten çok çok ilginç.
Şu anda bunu hukuki bir mantık içinde yorumlamak mümkün değil. Eski
ekonomi bakanımıza yönelik atılan bu adımı ben Türkiye Cumhuriyeti
devletine yönelik adım olarak değerlendiriyorum. Bu işlerin
arkasından çok pis kokular geliyor."
Aslında bu savaş, ABD'deki Trump-eski statüko arasındaki iç siyasi
savaşla da yakından ilgili. ABD derin aklı bir taşla iki kuş vurmak
istiyor. Trump'ın yanına Türkiye'yi de katarak yürütülen bir savaş
bu. Pentagon politikalarını uygulamak zorunda kalan Trump da
Türkiye'ye yönelik bu davaları, en azından FETÖ'nün sahte
belgeleriyle açılmasını engellemek istedi ama başaramadı. Çünkü
FETÖ ile ilişkili savcı Preet Bharara görevden alındı ama Kongre,
Trump'ın atadığı yeni savcıyı henüz onaylamadı.
Doğal olarak Bharara'nın ekibi de, Zarrab davasına Çağlayan ve
Aslan'ı da ekleyerek yeni bir operasyon başlattı. Burada ilginç
olan şey, davada Halkbank'ın bağlı olduğu ve bu konuda hiç
konuşmayan eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın konuşmalarının
delil olarak sunulması... Bu