Türkiye tarihine özellikle de 1960 darbesi sonrası tarihe
bakıldığında Cumhurbaşkanlığı seçimleri hep gerilimli ve kavgalı
geçti. Masaya silah koymalardan Meclis'i uçaklarla tehdit etmeye,
toplumsal gerilim çıkarmaktan darbe yapmaya kadar her yola
başvuruldu.
Darbe yapamadıkları zaman da 367 gibi hokkabazlıklar devreye
girdi.
Bunun en son örneğini 2007 seçimlerinde yaşadık. O günleri
hatırlayın, daha bir yıl öncesinden sokaklarda kan dökülmeye
başladı. Bürokrasinin FETÖ versiyonunun bu süreci kendi lehine
kullanmasıyla birlikte siyasetteki gerilim en üst noktaya ulaştı.
Asker muhtıra bile verdi.
Açık açık, cumhurbaşkanlığına eşi başörtülü birinin seçilmesi
istenmiyordu. Bugün çıkıp "tapuyu kaptırmayın" diyen o günün CHP
Genel Başkanı Deniz Baykal ne diyordu:
"Sakın ha cumhurbaşkanı adayı olma, sakın ha... Olma, olma..."
Sonra daha vahim bir tespit yapıyor ve gerilimi, kutuplaşmayı had
safhaya ulaştırıyordu:
"Anayasa Mahkemesi 367 kararını onaylamazsa ülke çatışmaya gider."
Gördüğünüz gibi gerilimi, kutuplaştırmayı artıranların kimler
olduğu yıllardır belli.
Geçmişte askerler bu işin öncülüğünü yapıyordu, şimdi darbe sever
siviller yapıyor.
Değişen hiçbir şey yok; cumhurbaşkanlığı sistemine karşı çıkanlar
hep aynı argümanı kullanıyor. Dün "ülke çatışmaya gider" diyen
Baykal'ın yerini bugün "kan dökmeden gerçekleştiremezsiniz" diyen
Kemal Kılıçdaroğlu almış o kadar. İşin doğrusu bu çabaların "rejim"
değişikliğiyle bir ilgisi yok.