Demokratik rejimlerin çok temel bir ölçüsü var: Sorunları
siyasetle çözmek.
Venedik Kriterleri de siyasetle şiddetin bir arada olamayacağını
kayıt altına alıyor. Hele siyaset yapma alanı sonuna kadar açıksa,
hiç taviz verilmiyor. Bu kuralın en açık uygulamasını ETA sorunu
yaşayan AB üyesi İspanya'da gördük.
ETA'nın siyasi uzantısı Herri Batasuna yöneticileri hakkında
bırakın devleti örgüt gücüyle tehdit etmeyi, örgüte yönelik basit
övmeler bile cezalandırıldı.
Herri Batasuna kapatıldı ve AİHM bu kapatılma kararını
onayladı.
Peki, bizde durum ne? 7 Haziran seçimlerinden önce ve sonra
yaşananlar insanı dehşete düşürecek cinsten. Dünyada kuşkusuz
siyaset-şiddet ilişkisini ihlal eden siyasi yapılar oldu ama
hiçbiri Türkiye'deki PKK- HDP hattı kadar işi zıvanadan
çıkarmadı.
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve HDP'li aktörlerin seçim öncesi
söyledikleri unutulmadı. "Yeni bir yaşam öneriyoruz.
Şiddeti devreden biz çıkartırız." Hiçbirini yapmadıkları gibi,
sorunlar Meclis'te siyasetle çözülsün diye verilen oyları da çöpe
atıp, iradelerini Kandil'e teslim ettiler ve bölgeyi bir kez daha
kaosa sürüklediler.
Şimdi geriye dönüp bakan bir Kürt, şu sorunun cevabını sormayacak
mı? Bu ülkede siyaset yapmaya engel yokken, hatta HDP'nin iktidar
ortağı olma şansı varken, neden HDP hendek siyaseti gibi kanlı bir
oyunun parçası oldu?