Bayramı bayram gibi yaşayamadığımız gibi bayram sohbetleri de
eskisiyle kıyaslanmayacak kadar siyasileşti. Hem de sert biçimde...
Geleneksel ev ziyaretlerinde bile söz dönüp dolaşıp "çözüm
süreci"ne, hükümete ve PKK'ya geliyor. Bir kesim "hırsızın hiç mi
suçu yok" dedirtecek şekilde suçu hep hükümete atıyor.
Bunda samimi ve doğal olmayan bir şey var. İçinden geçtiğimiz
süreçte, ısrarla tarihimizin hiçbir döneminde olmadığı kadar
silahla ve terörle hak arama mücadelesi yüceltiliyor. Üstelik bu,
Kürt siyasetinin tarihte en güçlü olduğu, sivil siyasetin öne
çıktığı bir süreçte yapılıyor.
Ama asıl ilginç olan ve bayram sohbetlerine de yansıyan tehlike,
düne kadar bu harekete sempatiyle bakmayan hatta "bölücü" diyen
kesimlerin "şiddet"e açık destek vermesi. Uzun yıllar CHP'de
yöneticilik ve milletvekilliği yapan bir siyasetçi şöyle
diyor:
"PKK silahları bırakmaz, bırakmamalı da. Bırakırsa hiçbir hak elde
edemez, hatta elde edilenler de gider."
Bu yaklaşımda, kuşkusuz "çözüm süreci"ni başlatan ve "baldıran
zehiri olsa içerim" diyenErdoğan'ı düşmanlaştıran birkaç aydının,
"Aman silahı bırakmayın, ucuza gidiyorsunuz" sözünün etkisi
büyük.
Belki de bu yüzden, bu şiddet severler daha çok HDP'ye sonradan
gelenler arasında görülüyor. Yani Kandil yöneticileri hariç,
partinin omurgasını oluşturan Kürtler, daha sivil bir siyaseti
tercih ederken, sonradan gelenler ısrarla "silah bırakılmasın"
diyor.
Bunu normal bir siyasi tavırla, demokratik akılla açıklamak mümkün
değil. Bu olsa olsa "siyasi nefretin yarattığı bir çılgınlık hali"
olabilir.
Bu öyle bir çılgınlık hali ki, ne Ortadoğu coğrafyasında dönen
kirli hesapları ne de "Demokratik siyasetin yapılacağı Türkiye"
gerçeğini görüyor.