Türkiye 20 Temmuz'da Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde 30'u aşkın
gencin katledilmesiyle çok yönlü bir terör saldırısı karşısında
kaldı.
DAEŞ, PKK ve DHKP-C üçlüsünün aynı anda topyekun bir saldırı
başlatması tesadüf değildi. Ama asıl harekete geçirilmek istenen,
Kürt sosyolojisiydi ve amaç da ülkeyi "iç savaş"a
sürükleyerek "darbe dinamiği"ne zemin yaratmaktı.
Bu görevin asıl yüklenicisi de Kandil'di. Bu aslında Gezi'de ve
17-25 Aralık'ta yarım kalan darbe girişimlerinin bir devamıydı.
Prof. Dr. Cevdet Akbay'ın deyimiyle "Kandil cuntası", 7
Haziran sonrası siyasette ortaya çıkan belirsizliği bir fırsata
dönüştürmek istedi.
Akıl dışı gerekçelerle kanlı bir süreç başlattı. Ama Kandil'deki
kirli hesap, Ankara'da ve Diyarbakır'da tutmadı.
Ankara, güçlü bir siyasi iradeyle sert bir karşılık verdi. Kürt
halkı da, 7 Haziran'daki seçim başarısını hiçe sayanlara ve
gençleri ölüme sürükleyenlere destek vermedi. Bu gerçek çok daha
erken görülebilirdi ama ne yazık ki, siyaset yapması için oy
verilen HDP yöneticileri, bu kirli tezgahın üstünü örtmekten başka
bir iş yapmadı.
Hatta Kandil cuntasının Türkiye'yi savaşa sürükleme
girişimini "Saray Gladyosu"yalanlarıyla gizlemeye çalıştı.
Hala da bu çabadan vazgeçmiş değiller. Ara sıra ortaya
çıkıp, "Kandil, 'ama'sız silah bırakmalı" demeleri de
artık işe yaramıyor.
Eğer Selahattin Demirtaş, 11 Temmuz'da KCK bildirisi
yayınlandığında, 20 Temmuz'da Adıyaman'da bir astsubay şehit
düştüğünde bu çıkışı yapabilseydi bu kadar insan ölmezdi.
İşin doğrusu ne Kandil cuntası, ne HDP yönetimi, 13 yıllık AK Parti
iktidarlarıyla hem devlet paradigmasında, hem de Kürt
sosyolojisindeki değişimi görmedi.
Özellikle Kandil cuntası, içeride eski Türkiye güçlerinin, dışarıda
da küresel güç odaklarının dolduruşuna gelerek, o bitmeyen AK
Parti'yi iktidardan etme özlemini hayata geçiren güç olmak
istedi.
Oysa düşmanlaştırdıkları Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK
Parti, ne 90'lar Türkiye'sininDemirel'i veya DYP'siydi, ne de
Mısır'ın Mursi'si veya İhvanı'ydı...
Karşılarında, çok değil, 8 yıl önce 2007'de askeri cuntaya karşı
dik durmuş muhtırayı yerle bir etmiş, vesayet rejimini geriletmiş,
onun 2014 versiyonları Gezi kalkışması ve 17-25 Aralık darbe
girişimini püskürtmüş bir Erdoğan ve AK Parti vardı.
Ve en önemlisi, Türk'üyle Kürt'üyle Türkiye toplumunun büyük destek
verdiği, tadını aldığı çok önemli bir "Çözüm
Süreci" deneyimi vardı.
O tadı alan halk, birilerinin siyasi hesapları uğruna çocuklarının
ölüme sürüklenmesini istemedi, istemiyor da...
Defalarca "Benim adıma öldürme" dedi. Bugün tam da bu
noktadayız.