Şu sıralarda sadece iç siyasetin değil dünyanın da gündeminde
Türkiye- ABD ilişkilerindeki gerginlik var.
Bunun nasıl seyredeceği merak ediliyor.
Bizzat ABD Başkanı Trump'ın Papaz Brunson'u bahane ederek
Türkiye'yi yaptırımla tehdit etmesi ve ardından gelen kur
manipülasyonu iki ülke arasındaki ilişkileri içinden çıkılmaz hale
getirdi. Henüz diplomatik kanallar kapanmış değil ama ilişkilerin
eskisi gibi olma ihtimali de yok.
Aslında FETÖ darbesinden PKK-PYD'ye silah desteğine kadar ABD, uzun
zamandır Türkiye karşıtı bir duruş sergiliyor ve bu bir yerde
patlayacaktı. Şimdi yaşanan tam da budur... Bu krizin, Trump'ın
başkan seçilmesiyle veya Papaz Brunson'u bahane etmesiyle direkt
bir ilişkisi de yok. Hatta Trump'ın bugün yaşanan derin krizi biraz
ötelediği de söylenebilir. Trump değil de rakibi Hillary Clinton
seçilseydi kriz çok daha erken patlayacaktı. Çünkü FETÖ ile içli
dışlı Clinton çok daha sert bir Türkiye siyaseti izleyecek ve
eminim 15 Temmuz darbe girişimini de açık açık destekleyecekti.
Şimdi birileri, daha doğrusu Türkiye'nin kur manipülasyonuyla
sıkıştırılmasını iç siyasete bağlayanlar şöyle diyor: "Dün Trump
geldi diye sevinenler şimdi onun gitmesini istiyor. Gelecek olan
Pence daha tehlikeli. O zaman ne yapacaksınız?" Bir kere ülkelerin
çıkarları da pozisyonları da zaman içinde değişebilir. Bir siyasi
aktörün bir dönem işinize yaraması her zaman yarayacağı anlamına da
gelmez.
Bu gerçeği görmeden analiz yapanlar ne yazık ki Türkiye'nin
yaşadıklarını saklamak için özel çaba harcıyor. Artık şu gerçeği
görmek gerekiyor; cin şişeden çıktı. ABD'yi ister Trump, ister
Pence veya Clinton yönetsin sonuç değişmeyecek. Çünkü ABD ile
Türkiye'nin küresel ve bölgesel çıkarları örtüşmüyor. Türkiye,
otonom siyaset izleyen, küresel haksızlıklara itiraz eden bir ülke
olmak isterken ABD bunu istemiyor, saldırıyor.
Trump gibi siyasi aktörler bunu söylemiyle ya yavaşlatır ya da iç
siyaset malzemesi olarak kullanarak hızlandırır, o kadar.