Tanımadığım bir ustanın dükkânına güneşin batma zamanında
vardım. Dükkânın kapısını kapatmış, kilidi takmış, kilitlemiş ve
ben selam verdim. Sırtını döndü, selamı aldı ve ne istediğimi
sordu.
On dakikalık bir işim olduğunu söyleyince “Yarın gel” dedi. Ama
bana bugün lazım” dedim. Başını eğdi, yarım dakikalık bir
düşünmeden sonra kapıyı açtı, ocağı yaktı ve işe girişti.
Bu arada neden kapıyı açıp işe başladığını anlatmaya başladı: “On
beş yaşında idim. Ustamın yanında çıraklık yaparken yine böyle bir
zamanda bir köylü kapıdan girdi. Biz de ocağı söndürmüştük. Usta,
köylüye yarın gelmesini söyledi, o da köye gideceğini bir daha
gelemeyeceğini söyleyince ateşi yeniden yaktı ve işini yaptı.
Parasını aldı ve köylü de gitti.
Köylü dükkândan çıktı, bir adam içeri girdi ve “O garibin işini
yaptın sevabı kaptın” dedi ve ustamın eline para bıraktı ve gitti.
Ama ustanın elinde hiç para yoktu.
Ustam adamın yaptığını para koyar gibi yapıp koymadığını görünce
“Haydi hayırlısı, bu ya Vezir ya Hızır” dedi.
İşte kırk yıl sonra o olay hatırıma geldi ve kapıyı açıp, ateşi
yakıp senin işini yaptım.” Dedi.
İşimi yaptı, işimi elime aldıktan sonra ben de buna bir şaka
yapayım diyerek elimi cebime attım, parayı çıkarırmış gibi yaptım
ve eline koyar gibi yapıp elimi çektim.
Usta elinin boş olduğunu görünce, gülme krizine girdi. Ben de
epeyce güldükten sonra istediği parayı verdim, o almamakta direndi
ama ben vermeyi başardım. Bu bir.
Beşinci kattaki evimin balkonundan, sitenin bahçesini seyrederek
eşimle birlikte çay içerken, sitenin havuzunun kenarında site
sakini olmayan, tanımadığım şişman bir adam, bana bakıyor ve eliyle
aşağıya inmemi istiyor.
Derhal aklıma beş yıl önce yaşadığım bir olay geliverdi.
Konya-Alanya arsında Torosların güneyinde “Ölüm yolu” olarak biline
“Kuş yuvası”nı birkaç arkadaşla görmeye gittik. Virajlarda kamyon
ve otobüslerin arkası virajın birini dönmeden önü ikinci viraja
girerken gelenleri uyarmak için korna çalan vasıtalar dağları
inletirler.