Gök mavi, Göksu mavi. Dağlar çadır direği gibi. Gökyüzü çadırımın tavanı.
Ardıç ve çam ağaçları sanki tavanı taşıyan süslü direkler gibi dağ tepelerinde gökyüzüne değmiş gibiler.
Göksu nehri, kışın da bereketli geçmesiyle, suları coşkun akıyor.
Ben çiçek toplamakla meşgulüm. Sarı çiçekler, beyaz kekik çiçekleri, mavi dikenli çiçekler, sarı kırmızı karışımı dağ lalesi, mor çiçekli burma… Topluyorum.
Kopardığımı sanmayın. Kıyamıyorum. Koparmıyorum.
Mark 2 ile fotoğraflarını çekiyorum.
Dağın eteklerinde arılarına kekik, yavşan, şapla, meneviş otlatarak bal üreten arıcıyı izledim.
Oğul veren arıların kovana katılışını takip ettim ve videoya çektim.
Arıların sesinden öksüreni, hastalananı, bal toplamaya gideni, kavga edeni fark eden arıcı, hem benimle konuşuyor hem arılara kulak veriyor.
G- 20 ülkeleri bir araya gelseler, teknolojilerini birleştirseler, bu arıların yaptığı balı fabrikaların borularından akıtabilirler mi? Dediğimde, “Yapabilselerdi bu güne kadar yaparlardı” dedi.
Çiçeklerin hangi hastalıklara daha iyi geldiği söz sıramız.
Herkes bir şeyler söyledi.
Bütün bu saydıkları otlar ve çiçekler sahipsiz olarak ekilip çoğalıyorlar.
Dibine su ve gübre veren de yok.
İnsanoğlu da şehirlilerin göz zevkini tatmin etmek, evlerini çiçeklerle donatmak için her çiçeğin benzerini plastikten yapmışlar.
Arılar, bu plastik çiçeklere kanarlar mı diye aklımdan geçirirken balcı, “Bak dün, oğul veren arıyı tabanı plastik olan bir kovana kattım, bir saat sonra terk ettiler. Ben tekrar kattım, tekrar terk ettiler. Dördüncü defa da sen geldin ve her tarafı ağaçtan olan kovana senin gözlerin önünde kattım. Plastik kovana girmeyen arı, plastikten yapılmış çiçekten bal alamadığı gibi onun üzerine de konmaz bile.
Arılar, Rabbin yarattığı çiçeklerden bal toplarlar.