Geçenlerde sosyal medyada gördüğüm “Fransızlar plajlarda burkiniyle uğraşırken Türkiye Üçüncü Boğaz Köprüsü’nü açıyor” türünden bir mesaj dikkatimi çekti.
Önemli bir noktaya temas ediyordu.
Bu Avrupa için gerçekten de bir sıkıntının işaretidir.
Bir uygarlığın gücü, düşünce derinliğine, her alandaki üretim kapasitesine, düşünce/ifade özgürlüğüne ve bunlardan da öte kendisine eleştiri getirebilme özgüveninde yatar. Bu sonuncusu Kant’ın “Kişi kendisini kendi iradesiyle sınırladığında insan olur” sözünü hatırlatıyor.
Ne Avrupa çökmüş, ne de ülkemiz Avrupa’nın 17. yüzyılda Osmanlı karşısında yarattığı enerjiye henüz kavuşabilmiştir. Ancak, ciddi değişimlerin eşiğinde olduğumuz da bir gerçektir.
Zaten –şahsım adına- Avrupa veya ABD’nin çökmesine dönük bir arzum yok. Bu ahlaki bir temenni olmaz ve iyi bir uygarlık diğerinin mahvoluşu üzerine inşa edilemez.
Batı’nın geçmişteki sorunu da buydu ve bugün ibretle izlediğimiz “dekadans” buradan kaynaklanıyor.
Batı, fakirliği ve savaşları Doğu’ya ihraç ederek zenginleşme, büyüme yolunu seçti.
Böylelikle dekadansın temeli atıldı. Değerler çürümesi, önünde sonunda ihraç edilemez hale gelir ve bozuk bir mal olarak kaynağını vurur.
Bu kötü eğilimden Batı ve Doğu olarak insan uygarlığı münezzeh değil. Demokrasi ise nazenin bir çiçek gibi her an ilgi bekler; ona ihanet ettiğiniz anda çürüme başlar ve bünyeyi sarar.
Ben ümit ederim ki, Batılı büyük devletler hatalarının farkına varsınlar ve Doğu’nun yükselişini içsavaş, fakirlik ihraç ederek engelleme yolunun aslında kendilerini vuracak bir bumerang olduğunu keşfetsinler.
Bir daha “Belki de dünyamız başka bir gezegenin cehennemdir” veya “Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz” türünden cümleler kurmak zorunda kalmayalım.