Öyle zamandan geçiyoruz ki, tüm siyasi, grupsal, kişisel hesapların ötesine geçerek bir milli mutabakat çerçevesinde hareket etmek gerekiyor. Ancak bu da yeterli değil… Bu milli mutabakatın tüm kesimlerin katkısına açık olması da şart. Ortak aklın devreye etkili biçimde girebilmesi ve ülkemiz için en doğru kararların alınması için her kesimin yerli/milli anlayış temelinde, kendi katkılarını siyaset ve sivil toplum alanına getirmesi gerekli. Mutabakatı sağlarken tekillik tuzağına düşmemek, bilakis sürecin demokrasimizi güçlendirmesini sağlamak durumundayız. Zor ama mümkün.
Dünyada Soğuk Savaş sonrasında oluşan geçici kararsız dengenin darmadağın olduğu bir süreç yaşanıyor. Türkiye yenidünya düzeninin kurulacağı iki noktadan birinde, Avrasya-Ortadoğu bölgesinde merkez ülke konumunda. Bir diğer mücadele alanı ise Asya-Pasifik.
Böyle durumlarda devletin hızlı ve güçlü refleksler vermesi hayati. Devlet, otoritenin toplandığı bir boş alan. Devasa bir makinenin kumanda koltuğu diyelim biz buna. O koltuğun gasp edilmesine, bir grubun vesayetine terk edilmesine izin verilemez. Dolayısıyla bu kumanda koltuğuna vaziyet edecek kişi ve kadroların, müdahaleye uğramaksızın halk iradesi tarafından tayin edilmesi gerekiyor. Yani millet iradesi ile o makam arasında bir özdeşlik kurulmalı, iki mesafe arasında mümkün olduğunca aracılar, kör noktalar bulunmamalı. Öyle ki, o makamı suiistimal edecek kadro hareketleri araya sızmasın.