Geçen günlerde “Ölümcül Makineler” adlı bir bilim kurgu film izledim. Bilimkurguya oldum olası meraklıyım ve maalesef uzun süreden beri bu türde güzel bir film izleyemedim. “Ölümcül Makineler” de bu açıdan beni tatmin etmedi. Ama film, Doğu-Batı ve kolonyalizm hakkında oldukça politik bir bağlam üzerine kurulmuştu. Bu açıdan ilginçti.
Medeniyet “60 dakikalık savaşla” sona ermiş, “yeni” bir yaşam biçimi gelişmişti. Yeniyi tırnak içine aldım, çünkü esasen aynı hikayeyi yeniden tekrarlıyordu insanlık. Yeryüzünde hareket eden devasa makinelerden mürekkep şehirler vardı ve bu dev şehirler daha küçük olanları “yiyerek” enerjisini sağlıyordu. Film “Londra” isimli dev mobil şehri merkezine alarak ilerliyordu. Filmin hemen başında Londra’nın tuz yüklü küçük bir maden kentini nasıl midesine indirdiğini izliyordunuz.
Bu teknoloji harikası “