Ne tesadüftür ki, şu “kutuplaşma” denen fenomen, tıpkı dünkü yazıda da bahsettiğim emperyal/sömürgeci zihniyetin amaçları doğrultusunda kullanılıyor bugün ülkemizde. Bunun bir tesadüf olması söz konusu değil. 27 Mayıs darbesi öncesinde de böyleydi, 28 Şubat’ta da böyle oldu. Son 15 yıldır da AK Parti’ye karşı kutuplaşma bir silah olarak vahşice kullanıldı. Yerleşik düzenin tüm aktörleri, başta CHP ve medyası olmak üzere kutuplaşmayı bir iktidar kaldıracı olarak gördüler ve ona abandılar.
Öyle ki, hem toplumsal kesimler arasındaki gerginliği arttırmak için ellerinden geleni yaptılar, hem de bunun suçunu Erdoğan ve AK Parti’ye attılar. Beklediler ki, burada sayamayacağımız, 15 Temmuz’da zirve yapan tüm antidemokratik saldırılara boyun eğilsin. Kutuplaşmayı giderecek tek şey, Erdoğan’ın sorgusuz sualsiz teslim olması ve kaderine boyun eğmesiydi. Meşru müdafa ve söz hakkını kullandığı anda onu diktatör olarak yaftaladılar. Seçmenleri de göbeğini kaşıyan cahil sürüler olarak aşağıladılar.
Bu zelil alışkanlığın nereden kaynaklandığını, ülkeye nelere malolduğunu ve olacağını sormadılar kendilerine.
Halbuki, mesele ne Erdoğan’ın şahsı ne de AK Parti’ydi. Dün Özal ve Menderes’in, Atatürk ve Sultan Abdülhamid’in olmadığı gibi… Ne oluyorsa ülkenin bekasına, milletin tamamına oluyordu. Bu ülkenin çocuklarını, bu ülkenin başka çocuklarına yem ediyorlardı. Oysa herkes yemdi, bunu sorgulamıyorlardı.