Geçmişte siyaset kurumunun sürekli hedef altında olduğunu
gözlemledik. Millet, devlet zihniyetinde bir tehdit olarak
algılanmış, sivil siyaset de onun politik güce uzantısı olarak
tehlikeli bulunmuştu. Böylelikle sivil siyasetin karşısına
dengeleyici rakip olarak asker çıkarılmış, bir ülke için gerekli
olan iki önemli kurum aynı anda yıpratılmıştı. Sivil siyasetçilerin
bir yandan tepelerinde idam ipi sallanırken, aynı anda ahlaki
açıdan düşük olduklarının zihinlere kazınması, ancak askerin
neredeyse doğaüstü bir şekilde pirüpak olarak lanse edilmesi
gibi.
Oysa demokraside meşruiyetin kaynağı milletti. Devlet millete
hizmet adına anlamlıydı ve bu aygıtı meşruiyetini milletten almış
sivil politikacıların yönetmesi, hesabı da millete vermesi taşların
yerine oturduğu bir rejimi ortaya çıkarırdı.
Son 12 yılın en önemli kazanımı, sivil siyasetin, müdahalelere
uğrasa bile geri adım atmaması, bu müdahaleleri şiddet veya
gayrimeşru ittifaklarla değil, yine sivil siyasetin alanında
çözmesiydi. Mesela, AK Parti 27 Nisan muhtırasında, kapatma davası
sürecinde vd. siyaset dışı yollara, şiddete başvursaydı, o anda
başarılı olsa bile vesayet kazanacak, siyaset kaybedecekti.