Dün, Süleyman Demirel'in içine düştüğü açmazların, devletle
çatışma halinden çok devlete uyum gösterme eğiliminden
kaynaklandığını, çelişkisinin ise, devletten kopmadan halkla
buluşma noktasında yaşadığını iddia etmiştim. Demirel, inandığı
devlet temelinden taviz vermeden sivilleşmeye daha fazla yer açmaya
çalışmış ve kendi içinde “tutarlı” bir yol izlemişti. Bu
tutarlılık, halka değil müesses nizama bağlı haliyle, zihniyet
anlamında ondan kopuktu. Demirel bu eksik halkayı hizmet ve
retorikle tahkim etmekte mahirdi.
Dolayısıyla, Hasan Bülent Kahraman'ın belirrtiği gibi, merhum
Erbakan çeperdeki dindar tabanı sahiplendikçe, o mukaddesatçılığı
bir kenara itmişti çünkü orada tehlikeli bir müesses nizamdan kopuş
potansiyeli vardı. O bunu üstlenemezdi... Sadece gücü yetmeyeceği
veya cesur olmadığından değil, buna inanmadığından da... Bu nedenle
tahkimat alanını mukaddesatçılıktan laik milliyetçiliğe doğru
kaydırdı.