1967 yılının 29 Ağustos’unda şehit/idam edilen Seyyid Kutub’un ünlü sözlerinden biriydi:
“Aşağılık bir yöntem kullanarak şerefli bir hedefe ulaşılamaz” diyordu Kutub.
Demokrasinin, Batı’nın en büyük ötekisi İslam’la mücadelede bir kalkan olarak kullanıldığını söylemişti.Çünkü boynuna urganı geçirenler demokrasi, insan hakları ve barış gibi birçok kamuflaj kullanıyorlardı.
Esma gibi binlerce sivil darbecilerin hedefi olurken, 15 Temmuz’un üzerinden iki ay geçmesine rağmen henüz Türkiye’ye teşrif edememiş birçok Batılı üst düzey yetkili soluğu Sisi’nin yanında almıştı.
Almanya’da 9 bine yakın çocuk kayıp, gündem bile olmuyor. Türkiye’deki AYM’nin doğru bir kararını çarpıtmak üzere seferber olan İsveç ve diğerleri sus pus. Fransa plajlarda burkinili Müslüman kadın avında. Danimarka ise mültecilerin değerli ziynet eşyalarına el koymak için yasa çıkarmıştı. Belçika PKK/PYD’lilere meydanlarını açmakta vd.
Begin-Sedat Stratejik Çalışmaları Merkezi Direktörü Efraim Inbar ABD’nin DAEŞ’i hedef alması ve İran’la nükleer anlaşmasını eleştiriyor, “DAEŞ İran’ın altını oymak için kullanışlı bir aparat. DAEŞ’i yok etmek yerine zayıf bir DAEŞ’in varlığı ehvendir” diyordu.
Yalnız da değildi. Ocak ayında Savunma Bakanı Moşe Yalon “Bana bir seçim yap derseniz, İran yerine DAEŞ’i tercih ederim” demişti.
Bunlar demokratik olduğunu iddia eden ülkeler.
Peki sorun demokrasinin evrensel içeriğinde mi?
Hem evet, hem hayır…
Evet, çünkü kabulün aksine demokrasinin evrensel tanımı, aslında evrensel değil Anglo-Sakson merkezlidir. Batılı yaşam biçimleri, Batı’nın menfaatleri ile sınırlanan bir demokrasi oyununu, bir sürü çürümüş kurumun ve ekonomik tekelin baskısı altında evrenselmiş gibi kabul ediyoruz.