Çok ilginç bir paradoks var ortada...
Evrensel hukuka sürekli atıf yapanlar, yargının tarafsız olması
ve siyasallaşmaması gerektiğini ifade edenler, Anayasa
Mahkemesi’nin Dündar/Gül kararında esas mahkemenin yerine
geçmesini, davanın esasını ortadan kaldıracak şekilde yetkisini
aşmasını pek sorun etmemişe benziyorlar.
Nasıl olsa hukuk dediğiniz alanda istediğiniz gibi yorumu
esnetmeniz mümkün.
Aynı şey, şu dokunulmazlıkların kaldırılması meselesinde de yaşanıyor. Yargının siyasallaşmasından şikâyet edenler, bagajında örgüte silah taşıyan, örgütle bağlantısı sarih olan, yüzlerce kişinin ölümüne yol açan sokak çağrılarını yapan, 29 kişinin feci şekilde öldüren katilin cenazesinde arzı-endam eden milletvekillerinin yargılanmaması gerektiğini de ifade ediyor. Konjonktür buna müsait değilmiş. Eğer yargılanır da hapse düşerlerse, HDP Kandil tarafından Meclis’ten çekilir, Nevruz öncesi sokağı karıştırmak isteyen PKK’ya gün doğarmış, örgüte can suyu olurmuş.
Buradaki savların bir kısmı doğru veya yanlış olabilir. Mesele, aslında pekâlâ hukukun gerektiği zaman gerektiği gibi araçsallaşabildiği...
İdeolojik olarak birbirine karşı konumlanan gruplar, kavga veren partiler, mahkemelerin işlerine yaradığı noktada onu yüceltiyor, tersi durumda da yerin dibine geçiriyor.
X tarihine A pozisyonunu alanlar, Y tarihinde rahatlıkla B
pozisyonunu savunabiliyorlar.
Anayasa Mahkemesi, gerekçeli kararında da anlaşıldığı üzere, dış ve
iç kamuoyu baskısı altında kalmış veya başka bilemediğimiz
nedenlerle, tahliye kararını verirken, davanın nedenini de ortadan
kaldırmak gibi bir yanlışa savrulmuştur. Sanıkları beraat
ettirmiştir. Halbuki davanın özüne girmeden, esas mahkemenin yerine
geçmeden tutuksuz yargılamaya hükmedebilirdi.
HDP’lilere gelince...