Türkiye dindarlığının yüz, elli ve yirmi beş yıllık devrelerde
geçirdiği evreleri önce bol bol taltif edip, sonra buradan alınan
avansla (çünkü dindarlar biraz övülünce ellerindeki altını incik
boncuğa değişen “saf” insanlar olarak görülür) bu sürecin nereye
doğru evrileceğini işaret etmek sıkça başvurulan bir yöntemdir.
Bunu özellikle 28 Şubat'tan beri dindarlara uyguluyorlar. Oldukça
gizli bir üstencilikle, makbul dindarın nasıl ve nereye doğru
evrilmesi gerektiğini, muhafazakârları yeterince övmenin getirdiği
avansla işaret ediyorlar.
Evet, bir Ertuğrul Özkök övgüsüyle kendinden geçen “muhafazakârlar”
var. Bunlar her kesimde her zaman vardır. Nefs denen bir şey var.
Yargılamıyorum; yarın bizlerin sürçmeyeceği ne malum? Kendi
cemaatlerinin sınırları ötesine geçmek, biraz eğlenmek, kendisini
önemli hissetmek isteyen, şöhreti de seven insanlar buna kolay
kapılabilirler.
Ama bu, çok klişe ve deşifre olmuş bir durumdur ve bir toplumu
birkaç kişi ile dönüştüremezsiniz. Hem bir medya patronu kaç Ahmet
Hakan besleyebilir ki!
İslam'ın değerler ve organizasyon gücünü hegemonik seküler sisteme
içini boşaltarak entegre etme meselesi, Recep Tayyip Erdoğan ve
tecrübeli dindar tabandan ağır bir tokat yedi.
Burada asıl sorun, özellikle son 13 yıldır yolda düzülen kervanın
(ki çok değerli mallar taşımaktadır) dindarlar tarafından ideolojik
kimliğe, düşünsel derinliğe tercüme edilememiş olmasıdır.
Muhafazakârlar hala akıl, hakem ihraç etme eğiliminde
görünüyorlar.
Muhtemelen, muhafazakârlar yeni paradigmayı açabilene kadar
dindarları tasnif etme, modası geçmiş (Erdoğan) ve makbul (Batılı)
muhafazakâr ayrımları yaratma, topluma ufak ufak zerk edilmeye
çalışılacak.