Daha önceki yazıların birkaçında, devletlerarası güç mücadelelerinde dezavantajı devletlerin, büyük devletler karşısında başarmaları gereken temel bir meseleden bahsetmiştim.
O da şuydu: Büyük devletlerin baskısı ve engelleme hameleleri karşısında, buna maruz kalan devletin enerjisinin tamamını kendini korumaya harcaması çöküşü garantilemektir. Enerjinin bir kısmının “artırılarak” bunu ülkeyi geliştirmek ve güçlendirmek için kullanılması gerekir.
Avrupa devletleri, Osmanlı’nın en güçlü olduğu zamanlarda bunu başarmış ve enerjisinin yüzde otuzunu bilimsel/ekonomik sıçrama ile idari reformlara aktarmıştı.
Modern öncesi dönemde tüm bu mücadeleler kaba güce dayanıyordu ve sarihti. Ancak ulus devletler ve büyük savaş sonrası oluşan demokratik kurumlar, uluslararası hukuk, medya gücü, bu mücadelenin estetize olmasına yol açtı. Mücadele çok daha sertleşirken, devletlerin kendi ve başka ülkelerin vatandaşlarına uyguladığı zorbalıklara uluslararası koruma ve hukuksal çerçeve sağlandı.
Mesela BM Suriye için R2P doktrinini, yani koruma sorumluluğunu yerine getirmezken, Irak’ın işgali için meşruiyet sağlayabiliyordu. Öte yandan son olarak yaşadığımız Başika Kampı krizinde, Türkiye son derece meşru nedenlerle Irak’tayken, o ülkede 63 ülke askeri varken, ABD’den İbadi’yi destekleyen açıklamalar geldi. BM de Irak Merkezi Hükümeti’nin şikayetini “haklı” bulursa, bölge için ortaya konan strateji BM üzerinden meşruiyet kazanmış olacak.