Türkiye'nin bir şansızlığı da Kürt sorunu gibi köklü meselelerin
1925 Şeyh Sait, 1930 Ağrı, 1935-1938 Dersim, 1980 darbesi ve
1990'lardaki JİTEM uygulamaları gibi şiddet yoluyla “pauslanmış”
olması.
Bu “pauslama”nın sorunu ortadan kaldırmayacağı, Türkiye'nin
bağımsızlaşma denemelerinde bir elin “play” düğmesine basacağı
belliydi. Kuruluşu hakkındaki söylentiler bir yana, PKK gibi bir
aygıt üzerinden Türkiye'nin iç/dış siyasetinin etki altına
alınabileceği ortadaydı.
Merhum Özal bunu görmüştü ama 1993 Bingöl saldırısı ile hamlesi
boşa çıkarıldı. Kürtlerin yanında bir diğer “tehdit” unsuru görülen
muhafazakar kitle de “irtica” heyulası üzerinden olağan şüpheli
haline getiriliyordu.
Çorum, Maraş, Madımak, Başbağlar, Gazi mahallesi katliamları gibi
birçok şüpheli olay, Kürt/Türk, Alevi/Sünni fay hatlarını
gerektiğinde canlandırmak üzere yaranın açık tutulması amacına
hizmet ediyordu. Sünniler ve Alevilerin birbirlerine olan tarihsel
önyargıları ile bu hadiselerin değerlendirilmesi farklı şeyler.