İktidarda muhafazakar demokrat bir hükümet ve güçlü bir Cumhurbaşkanı var. Gücü sadece kabiliyetlerinden, karizmasından, tartışmasız başarılarından gelmiyor; şu gök kubbe altında insan uygarlığının keşfettiği en ileri meşruiyete, halka dayanan bir güce sahip.
14 yıllık baş döndürücü derecede yıpratıcı bir süreçten sonra,
bu destek dünya tarihinde tarih yazıyor.
Bu nedenle, ne Gezi, ne 17/25 Aralık, ne de 6-8 Ekim başarılı
oldu.
Erdoğan’a saldıranlar bir kişiye saldırdıklarını düşünüyor ve
bundan cesaret buluyorlar. Oysa Erdoğan’ın arkasında duran
milyonlar kendi iradelerini koruyorlar. Çünkü o kollektif meşru bir
hareketin lideri. İnsanlar ona baktıklarında, akıllarını
başlarından alan bir kişiyi değil, kendi davalarını yere düşürmeyen
bir vekil görüyorlar.
Bu kadar net ve rasyonel aslında. Dolayısıyla, bu gerçeğe saygı
duyana kadar yenilgi üzerine yenilgi alacaklar. Halk iradesine ve
Yeni Türkiye’ye saygı duymayı öğrenecekler. Bunu ABD de, AB de,
Almanya da öğrenecek.
Kontrol edebildikleri Türkiye’yi özlüyor olabilirler. Ama öyle bir
Türkiye artık yok ve olmayacak. Türkiye ile eşit ve saygılı bir
ilişki kurmayı benimsemek durumunda kalacaklar.
Ancak bunun bugünden yarına olmayacağını biliyoruz.
Bu nedenle, değil mi ki bu başarıyı sağlayan muhafazakar demokrat
bir iktidardır, o eski kokuşmuş yüksek kültür/hakir ötekiler
zıtlığı ile Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Firuzağa’daki bir bara yapılan saldırı da böyle bir provokasyondu.
Valiliğin (Ramazan’a denk gelmesi şartmış gibi) terör riski
nedeniyle, “Bakırköy’de toplanabilirsiniz” dediği halde gay
yürüyüşünün illaki İstiklal’de yapılması ısrarının da böyle bir
anlamı var.