Bugün, dışarıdan bakanların, hatta içinde yaşayanların dahi anlamakta zorlanacağı sosyopolitik özellikler sergiliyor ülkemiz.
Öncelikle, Türkiye'nin gündemi doğal oluşmamaktadır.
Tartışma gündemimiz kendi hakikatlerimizden neşet etmemektedir. Bu gündemi ülkede yaşayanların gerçekleri oluşturmamakta, suni tartışmalar millete dayatılmaktadır.
Sanki çoğulcu bir sistem varmışçasına adeta bir tiyatro oyunu oynanmakta, bu oyunun her sezon finalinde, bürokratik yapının parçaları halk iradesini yutmakta başarılı olmaktadır.
Bunun sonucunda, ülkenin gerçek sorunları diplere doğru itilmiş, birikerek derinleşmiş, bir kör döğüşü içinde bürokratik devlet kendisini millet iradesinden gizleyerek iktidarı elinde tutmayı bilmiştir.
Dolayısıyla, bürokrasisi, üniversiteleri, elit sermayesi, medyası, odaları, sendikaları, hatta STK'ları ile sivilleşmeye karşı ve millet iradesini merkezden uzak tutmaya odaklı bir kavga verilmektedir.
Esas olarak, bu hikaye, 250 yıldır devam eden ve halkını karşısına alan Batıcılaşma süreci ile yazılmıştır.
Bir mühendislik olarak başlayan, Batı'yı taklide dayanan bürokratik hareket, iktidarı kontrol etmek anlamında, millet karşısında pozisyon almıştır.
Türkiye'de bu anlamda iki ana akım vardır. Batıcı/laikçi bürokrasi hareketi ile millet iradesini öne alan halkçı hareketler. (Bu anlamda, muhafazakarlar ilerici, laikliği iktidar aygıtı olarak araçsallaştıran Batıcılar da gericidir.)