Yerli ve milli kavramına, bu kavramın önemine sıkça değiniyorum. Emin olun kendi entelektüel alıştırmalarım sırasında keşfettiğim ve ona bağlandığım için değil bu.
Bu kavramları Sayın Cumhurbaşkanımızın da sıkça telaffuz etmesi, kendi görüşlerini dayatması değil, toplumu iyi takip eden organik bir lider olmasından.
Çünkü siyasette meşruiyetin kaynağı toplumun kendisidir. Meşruiyeti toplumda arayan ve bu nedenle de halkın gönlünde taht kuran bir lider diktatör değil, organik liderdir.
Cemaat, tarikat veya herhangi bir gruba liderlik etmek ile tüm çeşitlilikleri kapsayan büyük toplumu yönetmek arasında fark vardır.
Monolitik bir grubu yönetirken herkesin bağlandığı fikrin kural
olması normaldir ve bir haktır da.
Buna benzer birçok grubun birleşiminden oluşan büyük toplumun
yönetilmesi ise herkesin özgürlüğünü garanti edecek kavramlara
ihtiyaç gösterir.
Sayın Erdoğan’ın son laiklik açıklamaları bu kavramlardan birisinin ne kadar sağlıklı algılanıp uygulandığını gösteriyordu.
Dünyasal iktidarı din adına sahiplenip de sonu mahva varmamış
bir girişim yoktur.
Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesi, sonrasında Avrupa’nın
parçalanmasıyla ortaya çıkan otorite boşluğunu doldurmaya çalışan
Kilise, önce Protestanlığın doğmasına, sonra mezhep savaşlarına yol
açtı. Batı kilisesi bugün büyük muhasara altındadır.
Cumhurbaşkanımız ne diyordu?
“Ben bu konudaki görüşümü, Mısır’da Kahire’de o dev opera binasındaki konuşmamda da söyledim. Laikliğin, devletin tüm farklı inanç grupları için bir güvence olduğunu, bütün farklı inanç gruplarına eşit mesafede durması olduğunu anlattım.”