Aktüel olaylar üzerinde yoğunlaşmak önemli. Ancak sadece günlük veya kısa dönemli gelişmeleri anlama çabası tek başına sanırım yeterli değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan topluma çeşitli vesilelerle hitap ederken, dikkatimi çeken, aktüeli mutlaka tarihsel bağlamı içerisinde, bir süreklilik dahilinde sunması olmuştur.Bunu herkesin anlayabileceği, ağdalı olmayan gerçek sözlerle ifade etmekte.
Dün TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) ödüllerinde yaptığı konuşmada da aynı aktüel/tarih bütünlüğünü ifade eden önemli tespitler yaptı. Bu yılki ödülleri ise Şerif Mardin, Mary-Claire King ve Omar Yaghi aldılar, kutluyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Her medeniyet kendi teknolojisini, her teknoloji kendi kültürünü ve değerini üretir. Eğer siz kendi teknolojinizi, kendi biliminizi üretemiyorsanız onun kültüründe ve değerinde de belirleyici olamazsınız” diyordu. “Tarihimizdeki çalkantılara baktığınızda, hepsinin arkasında cehaletin, kültürel yozlaşmanın olduğunu görüyoruz” diye de ekliyordu.
2014 yazında, talihsiz yangından sonra ihya edilen Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Camii) açılışında yaptığı konuşmada cami mimarı Nigoğos Balyan’ı taltif ederek “Ecdat bu noktada da çok farklı davranmış. Emaneti, işi ehline vermiş. Ortaköy Camii gerçekten bizim mimari eserlerimiz arasında çok farklı bir yere sahip” demişti.
Osmanlı’da sadece Ermeniler değil, Osmanlı’yı oluşturan tüm kesimlerden üstün hizmet gösteren kişiler çıkmış, devlet bu yetenekli evlatlarından faydalanmayı bilmiştir. 2. Abdülhamid döneminde maliyeyi toparlayan şahıs Hazine ve Maliye Nazırı Agop Kazazyan olduğu gibi, Dışişleri Müsteşarı Artin Dadyan Paşa gibi büyük devlet adamları ülkeye çok faydalı olmuşlardır. Ermenilere teslim edilen baruthane döneminde dünyanın en kaliteli barutunu imal ediyordu. Buna benzer çok örnek vermek mümkün.
Bir ülke merkezkaç kuvvetini ancak yarattığı medeniyet ve dağıttığı adalet ile güçlü tutabilir.Cumhurbaşkanı da bunu vurguluyor.
Osmanlı, Küçük Kaynarca ile Batı’nın kendisine kalıcı bir üstünlük kurduğunu fark etmiş ama geç kalmıştı. Çünkü bilim, ilim üreten kaynaklar tekliyordu. Bu tekleme devleti zamanla güçsüz bırakacak, içeride ikbal ve rüşvet sistemi çalışmaz duruma getirecekti. 1. Abdülhamid döneminden itibaren bu zorlukla samimi bir şekilde baş edilmeye çalışıldı, ama Batılılaşma serüveni çok çelişkili, çileli oldu. Büyük devletlerin el atından kışkırtmalarıyla rayından çıktı. “Modernleşen” yeni seçkinler ise Batı kültürüyle fethedildiğinden, taşıma su içinde boğulmak durumunda kaldık.