Türkiye'nin son 13 yılda ileriye doğru sıçrama yaparken, kuvvet
almak için bir ayağını geriye doğru atmasından daha doğal bir durum
olamazdı. Her tarihsel ve ideolojik kopuşta, kopuşu üstlenen siyasi
aktör böyle bir eğilim taşır. Çünkü kimliksiz hareket, “geçmiş,
şimdi ve geleceğe” doğru kendini tahayyül edemeyen bir kimlik de
söz konusu değildir.
Geçmişten kopacak olanın yaptığı bir toplum mühendisliği ise,
uydurma, abartılmış ve gerçekçi olmayan bir tarih anlatısı üzerine
kurulur kimlik. Hazzedilmeyen müesses nizamın aslında bize dair
olmadığı, yanlış/çürümüş olduğu ve kesilip atılması gerektiğine
dair eylemde, kesip atılanın yerine yeni bir kimlik, tarih ve
söylem yaratılmak, konmak durumundadır. Bunun hızla yapılması
gerekliliği, reaksiyona şiddeti de davet eder.
Mustafa Kemal de buna benzer bir şey yaptı. Muhtemelen dinin afyon,
aklın da tüm zamanların şampiyonu olduğunu düşünen sıradan bir
radikal aydınlanmacıydı. Böylelerinde, dinin yerini milliyetçilik
alır ve dini duygular zayıfladığı oranda, inşa edilmiş milliyetçi
damar güçlenir. Mustafa Kemal başka türlü bir yöntem seçemez miydi?
Dönemin şartları nedeniyle mi bu yönteme mecbur kaldı? Bu çokça
başvurulan bir kaçış noktasıdır. Mustafa Kemal mecbur olduğu için
değil, öyle istediği, bunu yapmaya gücü yettiği ve bu modele
inandığı için bu yolu seçmişti.