Yakın tarihimizde ve bugün, siyasi, sosyal, ekonomik tartışmaların verimsiz olmasına ve çatışmalı geçmesine dair birçok neden var mutlaka. Bu alanlardaki nihai görüntüler sadece birer sonuç. Temelinde Batılılaşma sürecimizde yaşadığımız “kazalar” var. Tanzimat ile sadece askeriyeyi değil, devletin idari ve toplum yapısını kapsayan ilk ciddi girişim yapıldıktan sonra, ortaya garip bir bölünme çıkmaya başladı ve bu zamanla esas haline geldi.
Bunun birinci nedeni tabii ki Batılılaşma’nın şizofrenik etkisiydi. Batılılaşma bize dair bir paradigma değil, yenildiğimiz bir siyasi/kültürel yapının taklit edilmesine dayanıyordu. Osmanlı bir yenilgi sonrası, yenildiği şeye dönüşerek kendisini yenenleri yenmeyi umdu. Bunun kendisi zaten yeteri kadar sorunlu bir nörotik hali bize dayatıyordu.
Batılılaşma birkaç on yılı kapsayan, belirli coğrayfaları etkisine alan ve kısa süren arızi bir süreç olmadı. Tüm dünyayı, uzun süre ama öyle ama böyle etkisi altına aldı ve dönüştürdü. Bunu Japonya başka türlü, Rusya başka türlü, Mısır başka türlü, Afrika başka türlü yaşarken, Batı ile Doğu’nun tam kesişme noktasında bulunan Osmanlı/Türkiye çok başka türlü yaşadı.
Osmanlı ve Türkiye’de, Batılı olmayı olduğu gibi alıp giyinenler ile Batılılaşmayı kendi kültürüne harmanlayan, onun etkilerinin bir kısmını olduğu gibi alıp kullanan, bazı etkilerini de kendi kültür, inanç ve geleneklerine uyduran iki siyasi yapı ve toplumsal kesim oluştu. Bunlar maalesef birbirlerine karşı rakip, hatta düşman olarak konumlandı(rıldı)lar.
İki mahallede de yekpare değildi. Batıcıların içinde dine ve geleneğe daha yumuşak bakan kesimler olduğu gibi, gelenekselcilerin içinde de Batı’yı yekpare kötü olarak kodlamayan kesimler oldu. Batıcıların içinde, bu sürecin zararlandırıcı sapmalarına karşı uyanık olanlar olduğu gibi, gelenekselcilerin içinde Batılılaşmaya olduğu gibi teslim olanlar da yer aldılar.
2. Abdülhamid’den sonra iktidar ve onun kaynaklarına Batıcıların hakim olması