Bu soruyu Platon’dan Weber’e kadar birçok filozof sormuş tarihte. Ama entelektüelliğin klasik kabulü, halktan kopmak, onu biçimlendirmek anlamına geldiğini için konu spekülatif bir alana kaymış. Cioran’ın dediği gibi de, “Kişinin içinde dünyayı kurtarmak adına bir peygamber uyandığında, dünya daha kötü bir yer haline gelmiş.”
Bugün Batı’da, özellikle Avrupa’da ciddi bir liderlik sorunu yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası “yeni düzen”ini 19. yüzyılın refah/özgürlük ortamında doğmuş Churchill gibi “babalar” ABD parasıyla kurup tüm tecrübelerini yanlarına alıp ebediyete intikal ettiler. Sonraki süreçte ise cenderesine girdiğimiz “her şeyi maddi çıkara” endeksleyen finans kapital düzeni tahta çıktı.
John Stuart Mill, “Sadece maddi çıkarlardan doğan ilişkiler ve duygularla birbirine kenetlenmiş bir toplum fikri, özünde iğrençtir” diyordu.
Şu an Batı’da yaşanan, Doğulu elitlere de sirayet eden çürüme halinin temel nedeni budur.
Özünde iğrenç olan maddi çıkar peşinde koşmayı tek erdem sayan bir sistemde, “ortak amacın maddi çıkara indirgenmesi” toplumu çözer ve öyle bir toplumdan büyük liderler çıkmaz olur. Ülkelerin üzerine siyasal uyuşukluk gelir. Aşırı zenginlik ve aşırı yoksulluk arasındaki katmanlar yok olur.
Müesses nizamın adalet duygusunu yok ettiği zamanlarda, öfkeli kitleler, marjinal hareketlere yönelirler. Esasen Nazizm’in doğuşu bu nedenle olmuştu.
Her türlü sorunu ekonomiye veya kâr/zarar ilişkisine indirgemek (ekonomizm), çağımızın kanseridir. Oysa eşitsizlik hayatın doğal bir koşulu değildir.
Oysa Türkiye’de çok farklı bir şey yaşanıyor. (Ergen jargonuyla “biz Türkiye’de yeni bir şey deniyoruz.”)
Recep Tayyip Erdoğan gibi, sıradan bir siyasetçi boyutunu aşmış, ülke liderliği vasfını kazanmış, dünyayı etkileyen küresel bir fenomenin nasıl ortaya çıktığı, cevabı Türkiye’nin toplum değerlerinde aranması gereken bir sorudur.
Bu sağlamlığın kaynağı, aziz milletin kendi değerlerini seküler kıyıcılığa rağmen korumuş olmasıdır. Esasen, bugün yaşanan “yerli ve milli” konseptin kaynağı da, Erdoğan’ın yetiştiği kuluçka da, bu türden kadroların çıktığı koza da, milletin bu derin vicdanıdır.
Milletimiz, seküler çağın sert rüzgârlarından etkilenmiş, kendisine makul gelen kısımlarını dönüştürerek kullanmış, ancak binlerce yıllık değerlerinden mümkün olduğunca taviz vermemiştir. Zarar gördüğümüz söylenemez. Çelişkili, katır kutur hallerimiz, laik-muhafazakâr diye bölünmelerimiz olmamış değildir. Ama ana kaide ayakta kalmıştır. Bu sorun da halledilecektir.