Meşruiyeti milletten alma ilkesinin sadece siyasiler için
geçerli olduğunu düşünürüz.
Doğrudur; küfe siyasetçinin sırtındadır ve hele müesses nizama
karşı demokrasi kurallarının zar zor çalıştığı bir noktadan yola
çıkmış iseniz halk ile uyumlu olmak hayatidir.
Ama “meşruiyet” meselesi sadece başarılı olmaya
indirgenemez.
Onun daha derin ve kritik bir işlevi vardır.
Siyasetçi-halk ilişkisi seçim zamanı oy toplamaktan daha öte bir
durumu ima eder.
Ortalama sağduyu, ahlaki değerler, tarihsel hafıza ve gelecek
tahayyülleri, siyasetçiye halktan aktarılır.
Halka bu ilişkiyi kurabilen siyasetçi (bizim konumuzda Erdoğan) bu
görünmez ağ tarafından korunur, beslenir. Hayatla ters düşmez,
kibre ve hayalciliğe kapıl(a)maz. Böylelikle halk ve lider
birbirini koruyarak çok zor, hatta imkansız görünen işleri
yapabilirler. Bunun doğaüstü bir tarafı yok. Halk iyi, özgür,
kendisi gibi yaşamak ister. Eğer gerçek şeyler istiyorsanız,
politik doğruculukla, klik dayanışmasıyla, ahlakçılık ve
sahteliklerle işiniz olmaz.
Bir politikacının, siyasetin dar, sıkışık ve akıl çelen
dehlizlerinden geçip bozulmadan, devşirilmeden etkili bir konuma
gelmesi çok zordur. Mesela Recep Tayyip Erdoğan’da pek çok karmaşık
faktör yan yana gelmiş ve bu sonuç ortaya çıkmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yıllardır izlerim, son yıllarda da tanıma
fırsatı buldum. Onda, bizdeki ortalama bir yazardaki kibrin/egonun
yarısı bile olsaydı, işte o halkla ilişki konusunda arıza
yaşanırdı.