Ülkemizin yaşadığı işgal girişimi öncesi ve sonrasında terör örgütlerine çok ciddi görevler verildiği, denklemde merkezi yer tuttukları net şekilde ortaya çıkmıştır.
Ülkeyi bir iç/dış işgale sosyolojik/psikolojik olarak hazır/zayıf hale getirmek çok önemliydi çünkü.
Herhalde artık kimse FETÖ’nün Müslümanların, PKK’nın Kürtlerin, DAİŞ’in Sünnilerin, DHKP-C’nin de Alevilerin hakları için mücadele eden organik örgütler olduğunu düşünmüyordur.
Bunların asıl işlevi emirlerinde oldukları üst aklın talimatıyla sokakları kaosa sürüklemek, insanları doğrudan hedef alıp suçu diğer kesimlere atmak ve mümkün olduğunca nefret adına mümkün olduğunca kan dökmektir.
Bunu geçmişte yaşadık; hem 80 öncesinde, hem de 90’larda... Çorum Maraş olayları, sonrasında Madımak ve Başbağlar katliamları, aynı amaca matuftu ve amaç hasıl olduğunda, devlet yönetimi ele geçirildiğinde yeniden uykuya çekiliyor, lakin hep diri tutuluyorlardı.
Sadece iş terör örgütleri ile de kısıtlı olmuyordu. Terör örgütleri ve provokatörlerin işlediği cinayetleri köpürtmek sözde sivil toplum örgütleri ve sözde medyaya düşüyordu.
Bir çığ gibi katlanarak gelen, her dönemde kendisine sivil seçilmiş hükümet ve liderleri hedef alan bu hain böl/yönet oyunu ile ülke kontrol altına alınıyordu.
Dış sözde basının FETÖ darbesini görmek istememesi ve darbe karşıtı direnişi/hukuki önlemleri itibarsızlaştırmak istemeleri de oyunun büyüklüğünü gösteriyordu.
Sayın Erdoğan, tüm bu ihanet çemberlerinden geçerek 79 milyonun onuru ve ülke bütünlüğü adına bu kavgayı verdi. Gezi, olmayınca 17/25 Aralık darbesi, olmayınca 6/7 Ekim ve 22 Temmuz PKK kalkışması, Suriye üzerinden DAİŞ, PKK/PYD ve MLKP saldırıları şiddetlenerek bu amaca hizmet etti.
Nihayetinde 15 Temmuz hıyanetini yaptılar.
Muhalefet, Medya ve STK’lara teşekkür edelim, edilmeli de. Ancak Sayın Erdoğan kendisini ülkesi için feda ederken, FETÖ, PKK/PYD ve DAİŞ tehlikesini anlatmaya çalışırken, düşmanımın düşmanı dostumdur şiarıyla hareket edenler mutlaka şapkalarını önlerine koyup düşünmelidir.