Eğer başbakanlarımız, bakanlarımız asılmasa, çok partili parlamenter sisteme geçişimiz darbelerle akamete uğratılmasaydı, millet iradesi, oluşan krizlere sandıkta çözüm bulacak, insanlar seküler veya dini gettolarına çekilmeyecek, kamusal alan daha sağlıklı bir şekilde tezahür edecekti.
Devleti güçlü kılmanın yagane yolu, onu çoğulcu bir şekilde millet iradesine inşa ettirmektir. Milleti ile yabancılaşan bir devlet her daim müdahalelere açıktır. Operasyonlara uğrar; hatta bu durumu iştah kabartır.
Eğer son 15 yıllık millet devlet kucaklaşması yaşanmasa, Sayın Erdoğan’ın liderliğinde bir barışma süreci olmasa idi, biz 15 Temmuz işgal denemesini atlatabilir miydik?
Mısır atlatamadı. Hali ortada. Yakaladığımız büyük bir şanstır. Öyle ki, ölümün kıyısından döndükten hemen sonra, TSK Cerablus’a girdi, El Bab’a yöneldi. Çünkü Türkiye’nin idam sehpası orada kurulmak isteniyor.
Esasen, anayasa değişikliğinin 15 Temmuz’dan sonraya gelmesi de çok anlaşılır. FETÖ, devletin bu zaaflı durumunu, oluşan çatlakları kullanarak buralara yerleşti. İlan edilmemiş bir üçüncü dünya savaşı yaşarken, 1250 kilometre sınırımızın ötesinde 62 devlet at oynatır, kartlar yeniden dağıtılırken, Sevr haritaları yeniden önümüze konurken, evin içini hızla derleyip toparlamak siyaset üstü bir meseledir.
Sistem sorunu da bu meselenin göbeğindedir. Çift başlılık ve kriz potansiyelleri asgariye indirilmiş, demokratik, etkin ve hızlı bir hükümet modeli, bugün gerçekleştirilmeyecekse, ne zaman olacak bu iş?