Çözüm Süreci'nde yaşadığımız pek çok zorluk yaşandı, doğru. 30
yıllık çatışmalı dönem, 50 bine yakın insan kaybı, 90'lı yılların
devletinin JİTEM, Beyaz Toros'lu infazları, köy yakmalar, kitlesel
göçler, büyük şehirlerim varoşlarına yığılan Kürt vatandaşlarımızın
yaşadığı büyük ekonomik, kimliksel trajediler…
PKK'nın ve eski devletin faili meçhullerinin ortasında kalan bir
halk… Kimliği, dili ve kültürü yasaklı…
Memleketin batısında ise, yoksul Türklerin evlerine gelen şehit
cenazeleri, Hürriyet gibi gazetelerin PKK terörünü Kürt kimliğine
yapıştıran yayınları ile farklı bir önyargı oluşturmuştu. Kürtlerin
devlete, Türklerin ise PKK'ya dönük öfkesi, milletimizin feraseti
sayesinde ırkçılığa varmamıştı. Ama birlikte yaşama konusunda
yeteri kadar hasar yaratmıştı.
O nedenle, bu sorunu kökten halletmek için yola çıkan aktörün,
önüne birçok engel çıkacaktı, bu kesindi.
Her şeyden evvel, biliyorduk ki, “birileri” PKK sorununun
çözülmesini istemiyordu. Çünkü PKK terörü maymuncuk gibi her kapıyı
açıyor, askeri/sivil vesayeti güçlü, sivil siyaseti de zayıf
tutuyordu.
O nedenle Öcalan yakalandıktan sonra şartsız koşulsuz PKK'lı
teröristleri sınırdışına çıkarma kararı aldığında, kendisini
ziyaret eden “askeri devlet görevlileri” “Silahı bırakırsan devlet
sizi ciddiye almaz, hiç olmazsa 500 silahlı PKK'lıyı ülkede tut”
diyerek efelenmişti.