“Ya Cumhurbaşkanı bir sabah kalkar da 10 bin Cumhurbaşkanı yardımcısı atarsa”, “Ya millet delinin birini Cumhurbaşkanı seçerse” gibi fantezileri muhalefetin zeka seviyesiyle eşitleseydik, ayıp, hatta hakaret etmiş olurduk.
Öyle değil elbette. Burada zeka değil, bir ahlak sorunu var.
Yalan söylemek, cinayet işlemeye benzer. Zor iştir ve bunu yapmadan önce çok önemli şeylerden vazgeçmek zorundasınızdır.
CHP’nin de geçmişte millet ile vesayet arasında ahlaki bir seçim yaptığını ve yoldan çıktığını biliyoruz.
Bunun neticesinde Baykal partisini FETÖ’ye kaptırmakla yüzleşti.
Bahçeli ise siyasi rüşvetlere/tehditlere hayır derken aslında ahlaki bir tercihte bulunuyordu.Zarar gördü, hırpalandı mı, evet… Ama bugün Bahçeli ile Baykal’ı mukayese etmek bile haksızlık olur.
Mesele isimler değil.
CHP önce ahlaki alanda zemin yitirdi ve ardından yokuş aşağı yuvarlandı. Siyaset milletle yapıldığında siyasettir. Bunun dışındaki tüm pratikler vesayet aparatı haline gelmektir. Bu da sizi millet nezdinde mum gibi eritir.
Bu nedenle “hayır” kampanyasının en zayıf tarafı CHP’nin itibar sorunudur.
Düşünsenize, 248 vatandaşın ülkesi, onuru, özgürlüğü için şehit olduğu 15 Temmuz direnişini Kılıçdaroğlu bir sahtekarlık olarak nitelendiriyor. Bir ülkenin meşru müdafaa hakkı olan OHAL ilanını ise darbe…
16 Nisan’ın, 15 Temmuz’un sözleşmesi olduğunu pekâlâ biliyorlar. 16 Nisan’da sandıktan çıkacak güçlü bir Evet’in, kurumsal vesayetin sonu olacağını bildikleri için, kuyusunu kazdıkları merhum Erbakan’ın anmasına gidecek kadar panik haldeler…
Yani Evet’in gölgesi bile milletin değerlerine sözde saygı duymayı öğretti onlara. CHP ekolü, Merve Kavakçı Meclis’ten kovulurken “Burası millete meydan okunacak yer değildir”seviyesinden, saldırıya uğrayan başörtülü çocuğun ayağına gidecek kadar değiştiyse, bu 15 yıldır milletin söz hakkının güçlenmesi sayesinde oldu.