Çözüm Süreci'nin ana mantığı silahların susması ve siyasetin
konuşması idi. Hem hükümetin, hem de Newroz mektuplarında ortaya
konan vizyon buydu. Hükümet üzerine düşeni yapacak, Kürt siyasi
hareketlerine alan açacak, Kürt kimliği ve kültürüne eşit
vatandaşlık üzerinden tanınma sağlayacak, inkar bitecek, ekonomik
olarak yalıtılmış Doğu ve Güneydoğu'ya biriken hizmet borçları
ödenecek ve Kürt sorunu dediğimiz önemli meselemiz hal yoluna
girecekti.
Tabii bu sürecin sorunsuz ilerleyeceği de düşünülmüyordu. PKK ve
HDP'nin şiddeti bir mücadele biçimi olarak kanıksaması, daha da
ötesi, Çözüm Süreci dahil olmak üzere kazanımları şiddetin getirisi
olarak görme alışkanlığı vardı. Marksist bir örgüt/hareket olarak
şiddet kullanımı devrim/özgürlük için meşru bir yoldu.
Aynı zamanda bu hareket laikçiydi ve modern sonrası, post modern
öncesi bir yerde asılı kalmıştı. Kimliklerin, etnisitelerin
melezleşmesi, ötekilerle müzakere üzerinden çözümler yaratılması
uzaylı muamelesi görüyordu. Hele işbirliği yapılması gereken siyasi
güç siyasal İslamcılıktan gelen dindar bir parti olup, bir de
devlete güvensizlikle birleşince, geçişin biraz zamana muhtaç
olduğu ortadaydı. Ve aslında bunu herkes de göze almış