Yaşanan akıllara durgunluk veren işgal teşebbüsünden sonra millet, liderlik ve siyaset analizlerimizi bir kez daha gözden geçirme ve bundan sonraki yol haritasında ortaklaşma fırsatını elde etmiş durumdayız.
Millet, Başkomutan’ın çağrısı ile meydanlara/sokaklara çıkmış, Fetö tarafından çökertilen veya darbe için eksiltilen birimlerin görevini bizzat üstlenmiştir.
Burada önemli husus, darbeyi önleme dışında hiçbir konunun öne çıkmamış olması, barışçı, sivil, çoğulcu ve demokratik bir bilinçle ölüme meydan okunmasıdır. Bu kadar büyük bir mobilizasyonu, sanki milyonlarca vatandaş defalarca tatbikat yapmışçasına mükemmelen yerine getirmiştir.
Bunun nedeni milli irade şuuru ve demokrasinin içselleşmiş
olmasıdır. Bir devletin bekasının asıl güvencesi milletin böyle
durumlarda yek vücud hareket etmesini sağlayacak ortak değerlere
sahip olmasıdır.
Buna kısaca üst kimlik diyebiliriz.
Böylelikle Recep Tayyip Erdoğan’ın kutuplaştırıcı değil,
birleştirici bir liderliği temsil ettiğini gördük. Türkiye’de
Mısır’daki gibi ikinci aşamanın gerçekleşmemiş ve Tahrir/Adeviye
meydan çelişkisinin ortaya çıkmamış olması, milletin, kutuplaşma
tezlerini/mühendisliklerini parçalayıp attığını, Recep Tayyip
Erdoğan’ı da bir partiden öte, milli ülke lideri olarak kabul
ettiğini gösterir.
Gezi’den beri toplumsal fayları kırma ve toplumsal kesimler
arasındaki bağları/kanalları kesme yönünde bir strateji izlendiğini
gördük. PKK’nın sevimlileştirilmesi, Sayın Erdoğan’ı hedef alan
büyük sürek avı, yeni üst kimliğin oluşmasını önlemek, varolan
bağları koparmak içindi.