Dünkü yazıda, Mehmet Barlas'ın ilgili yazısından da ilhamla,
ülkedeki aldatılmışlık sendromuna, kökenlerine ve yol açtığı
tahribata değinmiştim.
Sevr'e giden sürecin, Balkan hezimeti, İttihatçı hayalperestlik ve
öfkenin sonucu girilen 1. Dünya Savaşı'nın sonrasında geldiğini
anlatmıştım.
Sevr'in de, şu aralar sıkça telaffuz ettiğimiz 1916 tarihli
Sykes-Picot gibi dört gizli anlaşmanın toplamından ibaret olduğunu
hatırlatmıştım.
Sykes-Picot, malum, dağılan Osmanlı Devleti'nin Ortadoğu'daki
topraklarının paylaşıldığı, Britanya, Fransa ve Rusya arasındaki
gizli anlaşmadır. Bolşevik Devrimi gerçekleştiğinde Rusya
anlaşmadan çekilmekle kalmaz, onu deşifre de eder.
Sevr, Sykes-Picot vs. deyince, bizdeki aldatılmışlık sendromu
hortlar. Anadolu'ya sıkıştığımız, hatta orada bile bize hayat hakkı
tanınmayan o günleri hatırlarız.
Ama doğru ittifaklar kurarak, içeride de birliği sağlayarak nihai
yokoluştan kurtulmuşuzdur.
Bu tarihi başarının bize özgüven vermiş olması, sendromdan da
kurtulmamız gerekirdi.
Ama öyle olmadı.
Çünkü savaş sırasında içeride oluşan birlik, sonrasında kemalist
toplum mühendisliğine kurban edildi. Azınlıkların kalanları
tasfiyeye uğradı, dindarlar ve Kürtler bastırıldı, sözler
tutulmadı, beklentiler gerçekleşmedi.