Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gezi’den beri ifade ettiği “Üst akıl” kavramı hemen hedef olmuş, itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştı. Erdoğan’ın yel değirmenlerine karşı kavga veren bir hayalperest ile kitleleri kandırmaya çalışan bir otoriter olması arasında gidip gelen bir sürü tezvirat okuduk. Bunların, mesela küresel sermayenin elindeki “merkez” medya veya emperyalistlerden maaş/fon alan sözde “sol” medyadan gelmesi önemli değildi. Onların toplum üzerinde etkisi sıfırdır.
Ancak aklı/cesareti ve muhafazakâr tabandaki tahkimatından başka bir şeyi olmayan Erdoğan’ı o kesimde itibarsızlaştırmak adına içeriden bu kampanya başlatılmıştı. Esasen “faiz” ve “otoriterleşme” meselesi üzerinden süregiden garip tartışmanın bağlandığı yer de burasıydı. Değişik tartışmalar halinde ambalaj değiştiren, el çabukluğuyla aktör (Erdoğan’ı) değiştirmeye hedeflenmiş bir süreç yaşandı. (Bknz. başkanlığın önemi.)
Oysa bugün dünyada küresel sermaye dediğimiz bir üst olgunun varlığı taş kadar gerçektir ve ulusal sermayeler ile mücadele halindedir. Lakin en büyük başarısı var olmadığına dair oluşturdukları güçlü algıdır. Oysa en güçlü iktidar ortada görünmeyen, hakkında hiç konuşulmayandır.
Karanlık bir odada toplanıp trilyonlarca doları hangi ülkelerde darbe yapmak üzere kullanacaklarına karar veren sayısı belli kukuletalı konsül üyesinden bahsetmiyoruz. Bu, güçlü amaç/menfaat birliğine dayalı gevşek bir network’tür. Medya ve insan hakları gibi kurumları ellerinde tutarlar. Demokrasiyi umursamazlar ama demokratikleşme ile küreselleşme (ulus bilincinin zayıflaması, grup haklarının öne çıkması) doğru orantılı olduğu için bunu işlevsel bulurlar. (Akıl karıştırıcı.)