Son yazıda Türkiye’nin 19. yüzyılın başında olduğu gibi bir
kıskaca alınmaya çalışıldığını ifade etmiştim. Bu devletler Rusya,
İngiltere, Fransa ve Balkanlar bağlamında Avusturya idi.
Rusya: Amacı egemenliğini Balkanlar’a yayarken, açık denizlere
inmekti. Bunun için hem askeri gücünü, hem de Osmanlı’ya üstünlük
sağladıkça Ortodoksların ve Slavların hamiliği anahtarını
kullanıyordu.
İngiltere: Onun için önemli olan Doğu Akdeniz ile İran Körfezi ve
Hint Okyanusu arasındaki hatta kontrol sağlamaktı. Sanayi
devrimlerinden sonra petrolün varlığı denkleme girince işler çok
daha ölümcül hale gelecekti.
Fransa: Meselesi Suriye, Lübnan ve Irak’taki Hıristiyan
toplulukları üzerindeki ticari statüsünü korumak ve artırmaktı.
Petrolün varlığı bu ülke üzerinde aynı etkiyi yaptı.
Avusturya: Hem Osmanlıyı Balkanlar’dan kovmak, hem de Rusya’yı,
Boğdan sınır olmak üzere buradan uzak tutmaktı.
(Ek) Almanya: 19. yüzyılın başı itibarıyla henüz içindeki birliği
sağlayamamıştı ve bu gecikmişlik bir yüzyıl sonra dünyaya iki büyük
savaş olarak geri dönecekti. Osmanlı’ya yakınlığı bu geç
kalmışlıkla ilgilidir.
Önceki yazıda Osmanlı üzerindeki bu baskının onun hasta adam
olduğunun teyit edildiği dönemde kıskaca dönüştüğünü ifade
etmiştik. Reformlar geç/yüzeysel olduğu ölçüde çözülmeyi arttıran
bir ters etki yapmıştır. 17. yüzyıldaki medrese sistemindeki
doktrin değişikliği Osmanlının özgün model üretecek ve
Aydınlanma’ya cevap verecek kanallarını kapatacaktır.