1998 yılında, Ekim ayının yarısını genç bir televizyon muhabiri olarak Türkiye’nin Suriye sınırını dolaşarak geçirmiştim.
Urfa’dan Hatay’a kadar elimizde mikrofon gezmiş, sınırı belirleyen paslanmış tel örgülerin hizasında yolculuklar yapmış, her ne hikmet idiyse, bizim kadar savaş telaşı yaşamayan köylülerin bakır kaplarda ikram ettikleri ayranlardan içmiş ama yine de ‘Suriye sınırında alarm’ haberleri geçmiştik.
Yalan haber geçmiyorduk tabi.
Sınırdaki köylülerin pek ilgisini çekmese de, Ankara’dan gelen beyanatlar, psikolojisi fiili halinden daha güçlü olan ‘Askeri yığınaklar’ gündemin bir numaralı başlığı haline gelmişti.
Neticede Suriye yönetiminin PKK’ya verdiği desteği sona erdirmeyi amaçlayan o baskı sonuç verdi ve İran ile Mısır’ın girişimleriyle Hafız Esad rejimi Türkiye’nin taleplerini karşılama noktasına geldi.
Abdullah Öcalan’ın Suriye’den gönderilmesi gibi fiili bir sonuç üreten o sürecin bir başka ‘çıktısı’ Adana Mutabakatı olarak bilegeldiğimiz anlaşma oldu.