1999 yılında genç bir savaş muhabiri olarak görev yaptığım Kosova’da, insani trajedilerin türlü türlüsüne çıplak gözle şahitlik etmiştim.
Gittiğimiz köylerde, öldürülen insanların cesetlerinin yarım yamalak gömüldüğü toplu mezarlarla karşılaştık.
Çok daha kötülerini de gördük.
Sırp milisler, Arnavut köylerinde katliam yaparken, sonradan gelecekler görsün diye, insanların hangi yöntemlerle öldürülebileceğine dair ders vermek istemişlerdi sanki!
Okuyucular için +18 yaş sınırı koyamayacağım için, burada durayım, daha fazla detay vermeyeyim en iyisi.
Miloseviç’in teslim bayrağını çekmesi ve savaşın bitmesinden sonra, Hollandalı ve Macaristan’dan iki gazeteci ile bir sabah erkenden Priştine’ye doğru yola koyulduk.
Kente yaklaştığımızda, kasaları ev eşyalarıyla doldurulmuş onlarca traktörü yolda dizili halde ilerlerken bulduk.
Bu defa kaybeden tarafın ‘sivilleri’ göç yolundaydı.
O yaşımda daha neler görecektim acaba?
Kâbil Havaalanı’nda Taliban’ın şehri devralmasından sonra yaşanan o trajik görüntüler, 22 yıl önce Kosova’da gördüklerimi hatırlattı bana.
O yüzden yazdım ama herhangi bir karşılaştırma yapma niyetiyle değil.
.....