Eski bayramlarda bizler "Direklerarası'nda insanlar orta oyunu
seyredip ne güzel eğlenirmiş" içerikli nostalji denemeleri
yapardık...
Şimdiki bayramlarda ise insanlarımız "Paris'e mi yoksa Bodrum'a mı
kaçsam" seçenekleri arasında bunalıyorlar...
Değişmeyen şey ise insanların siyasete bakış açıları... "Bayramı
nerede geçirsem" sorusuna cevap arayan sıradan vatandaşlar gibi,
geçmişte Direklerarası'nda eğlence arayanlar da "Devlet"e "Acaba
bunu bir gün ele geçirecek miyiz" açısından bakmazdı. Bu günün
Bilişim Çağı'nda takıntılarını ve önyargılarını sosyal medyaya
öfkeli mesajları ile dökenlerin de hiçbiri "Şu Cumhurbaşkanı
Erdoğan gitse de, yerine ben gelsem" diye düşünmez... Devleti
gerçekten ele geçirmeyi planlayanlara, bilmeden alet
olurlar...
1930'lu yıllar
İsterseniz dönelim 1930'lu yıllara... Mesela Atatürk'ün
hastalanması ve 10 Kasım 1938'de vefat etmesi bizim gibi
vatandaşlar için ulusal bir trajediydi. Ama belirli bir kesim veya
bir oligarşi için "O'ndan sonra içimizden hangimiz devleti ele
geçireceğiz" sorunsalını içeriyordu bu ölüm...
Rahmetli Doktor Tarık Temel bana, 1938'in bir haziran günü İçişleri
Balkanı Şükrü Kaya tarafından Dolmabahçe Sarayı'na çağırıldığını ve
Atatürk'ü muayene etmesinin istendiğini anlatmıştı. O muayene
sonunda Atatürk'ün şuurunu yitirmiş olduğunu ve ölümünün yakın
olduğunu söylemiş Şükrü Kaya'ya... Şükrü Kaya da "Bu gördüklerini
kimseye anlatırsan seni çok fena yaparım" diye uyarmış
onu...