Cumhuriyet'te dış politika yazmaya başladığımda 22 yaşındaydım.
Gazetenin 3'üncü sayfasındaki köşe komşum Burhan Felek de 75
yaşındaydı. Akşamüstleri oturup sohbet eder ve Burhan Felek'in
anlattıklarını dinlerdik. Mesela 1912'nin 23 Ocak günü Hukuk
Fakültesi öğrencisiyken, "Babı Ali Baskını"na nasıl tanık olduğunu
anlatırdı.
Bugünkü İstanbul Vilayet binası olan o zamanki Bab-ı Ali'nin
karşısında, Balkan Savaşı yenilgisini öğrenci arkadaşları ile
protesto ediyorlarmış.
Bab-ı Ali baskını
Burhan Felek de bir taşın üzerine çıkmış, ateşli bir konuşma
yapıyormuş. O sırada önde beyaz bir ata binmiş Enver Paşa,
arkasında İttihat Terakki'nin taraftarları ile gelmiş. Bakanlar
Kurulu'nun toplantı halinde bulunduğu binaya girmişler. Bir tetikçi
Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı vurmuş. Sadrazam Kamil Paşa'yı da
istifaya zorlamışlar.
Burhan Felek bir öğrenci olarak yaşadığı sürecin nerelere
dayandığını anlatırdı. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e, "Tek Parti"den çok
partili demokrasiye, seçimlere, darbelere uzanan ve sıkıştırılarak
yaşanmış bir tarihin öyküsüydü bu. Burhan Felek'in yaşadıklarını
ben de yaşadım. Sıkıştırılmış tarihi ben de yaşarken
"Gelişmemişlik" adı verilen kısır döngüye mahkûm edildiğimizi
hissederek geçirdim yıllarımı.