Denize bakarken "Eski Türkiye" ile yenisi arasındaki
çarpıcı farklardan birinin de "Yatların bolluğu" olduğunu
görmemek imkânsız.
Roma Tarihi'nin en önemli yazarı Edward Gibbon (1737-94), biz
Türklerin Karadeniz'e akan nehirler üzerinden Ege'ye gelen
Vikinglere benzediğimizi yazar. Gibbon'a göre Türkler de Vikingler
de denizde seyrederlerken, asla karayı gözden uzak tutmazlar. Açık
denizlere çıkmaktan kaçınırlar.
Türkler ve Vikingler
Bu Gibbon Türklere ait olan ve okyanusları rahatça aşabilecek
büyüklükteki yatları görseydi, yazdıklarını herhalde yutardı. Ama
bu yatların sahipleri ile konuşabilseydi, biz Türklerin denize
açılanlarının davranışları hakkında herhalde ilgi çekici gözlemler
yapardı. Mesela bunlar Yunan adalarında yemek yemenin Bodrum'dan
daha ucuz olduğunu söylerler ve yatlarının bu adalara girmek için
kaç paralık yakıt harcadığını hiç hesaplamazlar.
Hızlı gelişme
Hayatlarında kayığa binmemiş insanların yat sahibi olmaya dönük
tutkuları aslında övgüye değer bir davranıştır. Hele bu kesimin
yatlara ilk sahip oldukları dönemlerle bugün arasında gösterdikleri
gelişmeyi ve denizle haşır neşir olma sürecindeki gelişmelerini
gözlemlediyseniz, hayranlığınız daha da artar. Yakından tanıdığım
bir yat sahibi, ilk
döneminde "Usturmaça"ya "Susturmaça" derdi. Bunun
yatına guletle yaklaşan bir tanıdığı ona "Ağabey koltuk at,
yanına gelelim" diye seslenince, sözünü ettiğim kişi
güvertedeki şezlongu atmış ona... Ama aradan geçen yılların sonunda
onun aileden denizci olduğunu zannedebilirsiniz şimdi...