Yeni Türkiye ile eskisi arasındaki fark, en çarpıcı biçimde televizyon dizilerine yansıyor. Yeşilçam'ın Türkiye'sinde zengin adam portresini, sabahlık giyen fabrikatör Hulusi Kentmen temsil ederdi... Zengin adamın kızı da jüponlu etekliğini ve twinsetini giyip, parti verirdi... Salondaki piyanoda fakir delikanlı çalar ve alaturka söylerdi. Partiye gelen şımarıklar onunla alay ederlerdi. Zenginin kızı da âşık olurdu ona.
Yeni Türkiye
Şimdi villalar, konaklar, spor arabalar, sürat motorları da var
filmlerde ve dizilerde... Zenci dadının yerine de, herhalde
Filipinli hizmetçiler koyulacaktır bir süre sonra... Belki TMSF'nin
satışa çıkardığı şaraplar, tablolar, yatlar ve gökdelenler de,
filmler ve dizilerde kullanılacak.
Aslında "Eski zenginler"in "Yeni fakirler" olduğu bir süreç bizim
yaşamımızın bir parçası değil mi? "Mal sahibi mülk sahibi/ Hani
bunun ilk sahibi" söyleminin sürekli sorulduğu bir coğrafyadır
bu... Kimse mülkiyetin "Son sahip"inin kim olacağını tam bilemez.
Ve her kuşakta "Türkiye'de yerleşik burjuvazi var mı" sorusu
sorulur...
Servetin el değiştirmesi
Madrid'de "Prado"yu gezerken dikkatimi çekmişti. Resim sanatı,
azizleri, azizeleri, Hz. İsa'yı, papaları görüntüleyerek yola
çıkmış. Sonra kralların, kraliçelerin, prenslerin, prenseslerin
resimlerini yapmış ressamlar. Derken şişman tüccarların,
karılarının, çocuklarının resimleri geliyor.
Çağların değişimini de, bu süreçte paranın ve gücün nasıl el
değiştirdiğini de, Batı'nın sanat müzelerini bu gözle inceleyerek
görebiliyorsunuz. Paris'te 1850 sonrası yakın çağ resimlerinin
sergilendiği müzeleri (örneğin Musee D'Orsay) gezerken de, bu kadar
büyük boyutlardaki tabloların asılabileceği özel mekânların
varlığını düşünerek şaşırmıştım.
Mermer ve ahşap
Bizim Osmanlı'nın kendince zengin sivil paşaları Ermeni kalfalara
ahşap köşkler çattırıp, yemek odasının tavanına meyve, kitap
odasına atlas resmi yaptırırken, Batı'nın sanayi baronları mermer
saraylara geçmişler. Türk toplumu bu süreçleri gecikmeli yaşadı ve
yaşamakta.
Türkiye'de servet sahibi sınıf temsilcilerinin, üç kuşaktır
yaşadıkları görkemli aile malikâneleri yok... Hemen hepsi bu günkü
villalarına, apartman katlarından gelmediler mi? Esnafın tüccarlığa
ve zanaatkârın sanayiciliğe atladığı bir süreç, bizim yakın
tarihimizin öyküsü değil midir?