Dünyanın giderek hızlanan değişimi içinde elbette bizlerde başlangıçta ortaya çıkan kişiliklerimizi bir nebze de olsa korumaya çalışıyoruz. Ancak edindiğimiz dünya görüşleri ya statikleşerek çürümeye ve yozlaşmaya ya da hızlı bir devinimle başka bir şeye dönüşmeye başladı. Çoğu kişi için bu durum, her an oluşmakta olan yeni dinamikler doğrultusunda, dünya görüşünde sürekli değişiklik yapma ihtiyacı oluşturuyor. Her iki durumda temel bir takım problemlerin neticesi olarak ortaya çıkıyor ve giderek bir karakter haline geliyor. Bu problemlerin sayısı ve zorluğu o kadar çok ki, bir insanın el yordamı ile işin içinden çıkabilmesi oldukça zor görünüyor. Onun için bugün problemlerden çıkışın kapısı da problemlerin içinde kaybolmanın karmaşası da kitapların yolculuğundan daha doğru bir ifade ile insanın kitaplara, okumaya yaptığı yolculuktan geçiyor.
Belki de bu hayat yolculuğunun içinde insanın sahip olduğu en büyük zenginliğin dil oğlunu düşünüyorum. Onun neticesi olan diğer her şey bizim sınırlarımızı, çerçevemizi belirliyor. Nihayetinde dil insanların ortak paydası olarak karşımızda duruyor. Her satır, her paragraf, her sayfa yeni bir keşif imkânı sağlıyor. Aslında okumak için satırlar içerisinde yola çıkan her insan önce kendine yaklaşıyor. Kendini anlıyor, fark ediyor. Muhtemelen yazar içinde başka bir boyuttan kendine doğru bir gidiş, bir keşif olduğunu söyleyebiliriz. Bugün beş yüzyıl öncesinden bir yazıyı alıp bugüne taşıyoruz. Çoğu zaman bu zaman yolculuğunda hakikatin bir tane bile çizik almadığını görüyoruz. Ya da zamana direnen nice problemin esvap değiştirerek kendini yeni olarak takdim etmeleri oldukça gülünç geliyor. Hikâyeler belleğimiz, kütüphaneler bu belleğin depolarıdır ve okumak da, onu tekrar kendi