Mehmet Biten Gazeteoku

İçe Doğru Konuşmalar

Ne zaman içimiz daralsa, dünyanın sonu gelmiş ve bütün kıyamet başımıza kopmuş gibi hissetsek tam işte o anda karşımızda açılan bir pencereden dışarı dolaysız bakabildiğimizde...

24 Aralık 2017 | 150 okunma

Ne zaman içimiz daralsa, dünyanın sonu gelmiş ve bütün kıyamet başımıza kopmuş gibi hissetsek tam işte o anda karşımızda açılan bir pencereden dışarı dolaysız bakabildiğimizde aslında içinde bulunduğumuz halin ne kadar da şükürlük olduğunu görebiliriz. Ancak insanız ve sürekli bir melankoli haline girmeye teşneyiz. Bu hal bizleri ne kendinden ne çevresinden ne de olup bitenden doğru bir anlam çıkartamayan, mızmız bir yapıya sürüklüyor. Oysa çoğu zaman dille ifade ettiğimiz “Elhamdulillah ala külli hal/ Her halimize şükürler olsun” sözünü de bir alışkanlıktan dolayı terennüm ettiğimizi gösteriyor. Amiş Efendi’nin “Bir şeye kavuşman veya kavuşmaman senin indinde bir değilse sen henüz hamsın” diye tarif ettiği halde yozlaştığımızı, kabuk bağladığımızı ifade edebilirim. Yusuf Yalanız ile bu hal üzerine konuştuğumuzda “İmanda alışma olmaz, onun daima taze tutulması icap eder” diyerek kesin bir çizgiyi ifade ediyor. Yani dile yansıyan bu durum aslında alışma emaresini gösteriyor. Sadece olaylar karşısında, bela ve musibetler ile imtihanın darlık boyutunda da kayıtsızlığın bir göstergesini bize sunuyor.

Yoksa bu kadar zulüm, bu kadar vahşet karşısında duyarsızlaşan bir dünyayı bir yere konumlandıramıyorum. Yemen’den Afganistan’a, Myanmar’dan Libya’ya bir uçtan diğerine açlık, yokluk ve yok sayılmanın en acı halini yaşayan insanları düşündükçe günlük dertleri, günlük iç geçirmeleri, kişiler arası iniş çıkışları dert diye dert edinen dünyanın geri kalanı, bizler için bu durum alışılmış mırıldanmalardan başka ne olabilir ki? Belki içinizden geçiriyorsunuzdur ne alaka? Alaka şu ki, hem ferdi hayatımızdaki meselelerimiz hem de toplumsal hayatımızda mesele ettiğimiz şeyler karşısından sergilediğimiz tavrımız güçlü bir inancı yansıtmıyor. Seküler olmadığını yaşantısı ile söylemeye çalışan insanların, bela ve musibet karşısındaki tavrı için, inançtan azade bir gidişatın açığa çıkardığı kaygı da diyebiliriz. Bu hafta Cuma hutbesini dinlerken bir kez daha bu konu üzerine düşme gereği hissettim. Bütün dünya bir yere doğru giderken toplum olarak sadece bireysel konuların işlenmesi ve bunlar sanki bütün problemlerin ana kaynağıymış gibi bir hava estirilmesi ve ateşli, hamaset dolu hutbelerin, hatipler tarafından irad edilmesi, bende bir kafa yangınına neden oluyor.

Sonunda biraz soluklanınca şöyle diyorum; ‘Evet, bütün bu durumlar, bizim, bu dünyayı algılama biçimimizle ilgili’. Sürekli bir hamlığın ve olamamanın sancısını yaşıyoruz. Özellikle kendimize doğru çıkan yollarda bir yön şaşmasına uğruyoruz. Adeta küçücük derelerde boğuluyoruz. Toplumsal, siyasal, kültürel ve ferdi hayatımız hepsi birbirin aynısı. Bir yıl içinde neler olmuş bitmiş diye dönüp geriye bakıyorum. Olup biten hep aynı şeyler; mazlumların gözyaşları ve bu gözyaşlarının üzerinde 

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Hayata Açılan Kapı: Okumak! 25 Şubat 2018 | 265 Okunma Muhtelif Meseleler 18 Şubat 2018 | 117 Okunma Hayırlı cumalar! 11 Şubat 2018 | 174 Okunma Aynı be ya! 04 Şubat 2018 | 121 Okunma Hatıralar yürüyünce 28 Ocak 2018 | 272 Okunma