Hemen hemen soru sorma kabiliyeti olan her insanın dikkatini
çeken şey bugünlerde soruların cevapsız ve askıda kalıyor oluşu.
Bunda iki temel neden olabilir. Birincisi soruların muhataplarının
sorularla ve cevaplarla ilgili olmamaları, yani kendilerinde cevap
salahiyeti görmemeleri; ikincisi ise soruya ve cevaba ihtiyaç
duymamaları, ikisinin de çıktığı kapı maslahat kapısıdır. Bugün
toplumun temel taşı olan kendilerine toplumun itimat ettiği ve
sözlerine hareketlerine bakıp yerlerini belirlediği kişilerin
sessizliği çok manidar. Özellikle elde ettikleri STK imkânlarını
toplumun ıslahı yerine bir çeşit yeni sınıf oluşturmuş olması
yüzünden ‘aman ha!’ deyişleri yaşanılan travmaların, yozlaşmanın ve
kokuşmanın en ileri derecesini gösteriyor. Bu yüzden itimat edilen
kişilerin, yani yöneticilerin en büyük dengeleyicisi sivil iradenin
kısırlaşmasına neden oluyor. Bu yüzden toptan bir ‘beka’
endişesinin içerisine girilerek sadece koruma refleksi ile her şeye
bakılıp, öyle adımlar atılıyor; kendine bile faydadan çok zarar
sağlayan fersiz, istikametsiz, biçimsiz ve şuursuz adımlar.
Temel meselesi, topluma iyiyi doğruyu güzeli ulaştırmak olması
gereken yapılar; daha çok proje, daha çok kurumsallıkla insandan
soyutlanmış, birer yarı kamu kurumu mesafesinde ne bir imdat ne de
bir yaraya merhem olabiliyorlar. Belki de nicelik olarak seçimlere
etkilerinin dışında devlet ricali içinde en büyük kamburu bu
yapılar oluşturuyor. Bu sessizlikte ne akıl, ne fikir ne de kalp
aranabilir çünkü emeksiz zahmetsiz bir işte ne düşünce ne aksiyon
ne de bir ahlak bulunabilir. Faziletleri dillere pelesenk edip
ancak hayatın içinde hiçbir fazilet emaresi göstermeyen bu yapılar
ile nesil yetiştirmek bir yana, sıhhatli nefes almak bile mümkün
olmuyor. Çünkü gözünü aynı iyi niyetlerle kurulmuş diğer yapıların
mal varlığına, iktidar ilişkilerine dikmiş sadece menfaat
ortaklığında aynı hizaya düşenlerin hukuku olsa olsa payına razı
değil ama elindekinden de olmamak isteyenlerinki ile aynı olur.
İnsanına faydadan ziyade ait olduğu yapıya mevzi kazandırmak için
yetiştirilen adamların adamlığı sadece mevki’in el değiştirmesi ile
doğru orantılıdır. İktidarın sivil gücü olmak ve öncelik elde etmek
için yarışta elbette ne karşılıklı denetimin kuralları işleyebilir,
ne de dostça bir hukuk. Çünkü aldıkça sessizleşen, gözlerini yuman
yapılar vücutlarında ortaya çıkan çürümeyi göremezler. Sadece
iktidar olmaya ve orada kalmaya kilitlenmiş olmak ne tebliğ ne
davet çalışmalarını yapmayı ne de nitelikli hizmet götürebilmeyi
mümkün kılmıyor. İnsandan ve onun fiziki ve zihni eylemlerinin
neticesi herhangi bir üretimden yoksun, birbirinin çok kötü
kopyası; renkli, ışıklı salon programları da artık bu yapıların
organizasyon ve yapım işlerinde bir tık atladığını gösterir ama
kötülüğünü önleyemez. Rengârenk açmış bu sivil toplum, aslında
içerik olarak renksizleşmeyi, tek tipleşme ve monotonlaşmayı da
gösteriyor. Elbette ki bu arzu edilen bir durum değil; niyetler
iyi, amaçlar ulvi ama hâsıla güdük. İktidarın en