Hafta sonu eklerimizin röportajcılarından sevgili Oya Çınar, ilişkide bağlanma ve güven duygusunu artıran oksitosin hormonundan yola çıkıp “Aşk rahatsızlığı mı, rahatı mı sever? Aradığımız şey, aşığın aradığı şey gerçekten emniyet ve güven duygusu mudur? Aşkı besleyen şey hep bir tetikte olma hali değil midir?” diye sordu. İşte cevabı... Yazıya aşkın, aşırı gerçekçi bir tanımıyla başlayayım. Aşk, çok sayıda hormonun, aynı anda çok miktarda salgılanmasıyla oluşan bir ‘duygu durum bozukluğu’dur. Yani aslında kalple değil, beyinle ilgili bir olgudur. Aşk, üç aşamada şekillenir.
1. BÜYÜLEYİCİ AŞAMA
Bu dönem, aşkın ilk hissedildiği dönemdir. Üç kimyasal rol oynar.
FENİLETİLAMİN: Aşkın molekülü olarak da tanımlanır. İlk görüşte aşktan sorumlu kimyasaldır. Göz bebeklerinin büyümesi, karında kan çekilmesine bağlı kramp, dudaklarda ve cinsel organlarda kanlanmanın artması gibi etkilere neden olur. Aptal aşk gülücüklerinin ve bulutlar üzerinde yürüyor gibi hissetmemizin nedenidir. Karşımızdaki insanı çekici bulmamızın, sürekli heyecan içinde olmamızın ve bir tür ‘Pollyanna mutluluğu’ içinde olmamızın sebebidir.
DOPAMİN: Aşık olunan kişiye karşı ilgi ve dikkatin artmasına neden olur. Kişinin aşık olduğu insana odaklanmasını, ondan başka hiçbir şeyi önemsememesini sağlar. Hiperaktiflik, kısa süreli hafıza, uykusuzluk, iştahsızlık, muhakeme edememe, dopaminin etkilerindendir. Ayrıca kişiyi coşkulu, seksi, istekli, konuşkan yapar.