Tokyo’da devam eden Olimpiyat Oyunları’nda önceki gün beklenmedik bir gelişme yaşandı. 2016 Rio Olimpiyatları’nın 4 altın 1 bronz madalyalı yıldızı Amerikalı cimnastikçi 24 yaşındaki Simone Biles, takım finalinde yarışmadan çekildiğini açıkladı. Biles, yarışmadan bir gün önce Instagram’dan “Bazen dünyanın bütün yükü omuzlarımdaymış gibi hissediyorum. Baskının beni etkilemiyormuş gibi göründüğümü biliyorum ama bazen çok zor oluyor” diye yazmıştı.
Zaten ertesi gün yarışlardan çekildikten sonra “Akıl sağlığıma odaklanmalı ve bunu tehlikeye atmamalıyım” diye açıklama yaptı. Biles çekilme kararını verirken, 23 yaşındaki Japon tenisçi Naomi Osaka’dan ilham aldığını da açıkladı. Dünyanın 2 numaralı kadın tenisçisi olan Osaka, bu yıl Fransa Açık’tan (Roland Gaross) zihinsel olarak problem yaşadığını belirterek çekilmiş, Wimbledon’a (İngiltere Açık) da katılmamıştı.
Peki vazgeçmek bu kadar kolay mı? Öyle ya, bizim kuşağımızda “Ülkeni ve aileni onurlandırmak için kafan yarılsa da, kolun kopsa da, gözün çıksa da mücadeleye devam etmelisin” şiarı geçerliydi. ‘Z kuşağı’ diye adlandırabileceğimiz yeni nesil için bu şiar geçerli değil belli ki.
BEKLENTİLER VE BAŞARISIZLIK
Yeni nesildeki bu tükenmişlik duygusunun nedenlerini Psikolojik Danışman ve Mindfulness Eğitmeni Prof. Dr. Zümra Atalay’a sordum. Atalay, konuya tarihsel süreçle başladı: “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ‘benlik saygısı’ kavramı ortaya çıktı. İnsanlara ‘Başarabilirsin, başaramıyorsan bu yeterince istemediğin ve çabalamadığın içindir’ duygusu aşılandı.
Aynı şekilde aileler de ‘Yeterince ilgilenirsem mükemmel bir çocuk yetiştirebilirim. Yetiştiremiyorsam bu benim hatamdır’ diye kodlandı. İnsanlar her şeyi kontrol edebileceğini sandı. Bu da bir baskı yarattı.” Prof. Dr. Zümra Atalay, şöyle devam etti: “Sosyal medya insanları rakip haline getirdi. Bu korkunç rekabet içinde dezavantajlı olanlar sorunu kendilerinde aramaya başladı.