Nasıl bir hastalıktır ki; Doğu'dan Batı'ya, Güney'den Kuzey'e kadar tüm coğrafyalarda, tüm devletlerde, tüm siyasi mekanizmalarda ve yaşamın her alanında bir numaralı strateji gibi dayatılıyor, uygulanıyor ve aslında çok da sinsice çatışmaları deşifre ediyor...
Ne kadar yararlı acaba, diplomatik-politik-sosyolojik çatışmalarda "saf" belirleme operasyonunun en acımasız yöntemi olan "düşmanımın düşmanı dostumdur" zihniyeti?..
Uzun vadede ne kazandırıyor, kısa vadede neler kaybettiriyor bu strateji?..Ve aslında "kimin eli, kimin cebinde" sorusuna nasıl bir yanıt verebiliyor acaba?..
Kimilerinin "çivi çiviyi söker" diye de tanımlayabileceği, "düşmanımın düşmanı dostumdur" zihniyetinin perde gerisinde hem "denize düşen yılana sarılır" özdeyişi var, hem de "attığın taş vurduğun kuşa değer mi" sorusu!!!
Derdimiz felsefe ya da edebiyat yapmak değil... Her zamanki gibi yaşamın içerisindeki çarpıklıklara dikkat çekerken, hayatı cenderede tutan olgulara ve perde gerisindeki sinsiliklere -planlara- derin siyasete ve sonucu belli olmayan gelişmelere odaklanmak istiyoruz...
Güneydoğu'da, 1984'ten 2000 yılının başlarına kadar terör estiren Hizbullah adlı örgütün ortaya çıkarılmasında, PKK şiddetinin önemli bir gerekçe olduğuna dikkat çekilir...