Yaşamın ipine istediğiniz kadar sarılalım ama, geçen ömür açısından nafiledir artık!..
Pençelerimizi eskinin katranlaşmış zamanlarına istediğimiz kadar nakşetsek de, olanaksızdır geleceğe ısrarla direnmek...
İstediğimiz kadar tutunsak da geçmiş anılara, pervasızca çabalamak da çaresizliktir belli ki...
Ve istediğimiz kadar “ah vah” edelim; bizim için meşhur, dün için mazi olan zamanın tünellerinde, dönme dolap gibi yitip gidiyoruz, kimsenin umurunda bile olmadan...
Yani; bizi eskide tutmaya çalışırken, “yaşam” denilen mücadale, devinimi en yüksek sulardan bile hızlı akan ömrün bulanık nehirlerinde alabora olmaktan bir türlü kurtulamıyor...
Çünkü bizleri eskilerdeki hallerimizle anlatan fotoğraflar inanılmaz bir hızla sararıyor ve anılarımız antika bir sandığın dibine doğru savruldukça savruluyor!..
Velhasıl; zaman kendi devinimi içinde eskimekten, yıpranmaktan, erozyon yaşamaktan ve acımasızca yok olmaktan bir türlü vazgeçemezken, olan her zamanki gibi insana oluyor!..
Baksanıza; çok uzaklarda kaldı burnumuzda tüten, canımızda iz bırakan ve en önemlisi de aklımızda ufacık da olsa barınabilmek için çırpınan o eski, güzel ve unutulmaz günler...